3.06.2007

Refik Halid anlatıyor

26 Aralık 1953 tarihli Yeni İnci dergisinden

Üstat yarınki romancı ve hikayecilerimizden pek ümidli
Yazan: Leman ÖZKANGİL
San'at aleminde, elinde fırçası, kalem kağıdı derin bir duyuş ve müstesna bir görüşle ruhlarımızı okşayan, zevklerimizi inceltip bizleri coşturan menbaa karşı ta içimizde bir hayranlık duymaz mıyız?
Hele o kimse üstad Refik Halid gibi yıllar yılı sürükleyici, yumuşacık uslubu ve güzel Türkçesi ile içimize akıvermesini bilmişse.
Onu, kendi ölçülerimizde çizip hayalimizde yaşatmaz mıyız?
İşte Refik Halid'i ben bugünkü konuşmamızdan evvel bu kadar tanıyordum.
Hayalhanemde hiçbir yıkıntı yapmayan üstadı, gururlu diyemiyeceğim fakat lüzumsuz tevazudan uzak samimi bir hava içinde buldum.
O, kendisini pencere önündeki koltuğun rahatlığına bırakmış, konuşmamı bekliyordu. Benimse 19 yaşında yazı alemine atılıp, Kirpinin Dedikleri isimli ilk mizahi yazıları ile şöhretini yapıveren bu tanınmış romancımızla konuşacak çok şeylerim vardı. Bilhassa en popüler eseri olan Nilgün'ün filme alınacağını işittiğim zaman içimde bir hüzün duymuştum, acaba diye ve aylarca evvel de kendisini bu mevzuda görüp konuşmak istemiş fakat münasip bir fırsat bulamamıştım. Meğer kısmet bugüne imiş. Bunun için ilk sualim bu oldu. Benim arzum ve günün mevzuu: Nilgün.
-Bugüne kadar çevrilen yerli filmlerin durumları herhalde sizin de malumunuzdur. Son senelerin en çok beğenilen eserlerinden biri olan Nilgün, sizce filme alınınca kıymet ve değerinden acaba kaybetmez mi? Yoksa roman olarak kazandığı sükseyi film olarak da yapar mı dersiniz?
Cevabı bu mevzuda endişesiz olduğunu gösteriyordu:
-Bugünkü teknik imkanların; bir eseri tam olarak aksettirmesine imkan göremiyorum. Fakat bence film başka, eser başkadır. Film devrini bir mevsimde bitirir, eser kalır. Bu itibarla muharririn gerek senaryo gerek film çevrilişinde bile kendisini boş yere yormasını doğru bulmuyorum.
-Son senelerde moda haline gelen tarihi filmlerimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?
İşte üstad buna tamamen muarızdı.
-Hayır, dedi. Bugünkü şartlar altında biz tarihi film çeviremeyiz! Geçen sene elimden geldiği kadar bu çeşit filmlerin çevrilmemesi için mücadele ettim. Bu sene de bunun kısmen olsun mükafatını gördük.
O, bu acelecilikten şikayetçi idi ama yarına pek ümitsiz bakmıyor:
-Zamanı gelince bunlar da yapılacak, ancak para sarfedilerek ve ehline bırakılarak. Zira Türk Tarihinde vukufu olmayanların bu işe kalkışmaları gülünç oluyor.
Endişesi bu. Cidden Refik Halid Beyin haklı mücadelesi sayesinde bu mevsim Safiye Sultan'dan başka tarihi film çevrilmeyişi filmciliğimizin manevi bir kazancı olarak kabul edebiliriz.
Mevzumuz biraz sonra da tiyatro oluyor. Küçük Sahne sevilmiş romancımızı her hali ile çekiyor olmalı ki:
-Bugünkü tiyatroyu nasıl buluyorsunuz? Sualime şu cevabı veriyor:
-Geçen seneyi elimize alacak olursak, Küçük Sahne dar kadrosu ve mahdut eserleri ile, Şehir Tiyatrolarından daha verimli olmuştur. Şehir Tiyatrosu dekor masrafı ve kadro yüklülüğü yüzünden gelirini temin edememeye mahkumdur. Bu sinema asrında Şehir Tiyatrosunun yapacağı dekor, gözleri doyurmaya yetmez. Seyircileri az eşhaslı fakat özlü piyeslere alıştırmak lazımdır.
Üstad, bilhassa Küçük Sahnede geçen sene oynanan Arpa Anbarı'nı çok beğenmiş. Başrolde oynayan Münir Özkul'dan da taktirle bahsetti.
Salonun döşenmesinde olduğu kadar, göz alabildiğine uzanan manzarada da bir iç açıcılık, bir ferahlık var. Bu iç açıcılık ve ferahlık içinde böylece konuşurken gözlerim duvarları süsleyen tablolar üzerinde de ayrı hislerle dolaşıyor. Bu güzel eserleri hayranlıkla seyrettiğimi gören Refik Halid Bey, lütfedip hepsi hakkında kısa birer tarihçe yapıyor.
En çok beğendiklerimden birisi meyve ve çiçek tablosu idi ki bu merhum Zekai Paşanınmış.
Diğerleri de meşhur ressamların cidden güzel eserleri. Fakat bu kadar çok tablo arasında yeni ressamların bulunmayışı nazarı dikkatimi çekmişti. Bunu üstada sormadan yapamadım.
-Göremiyorum, yeni ressamların eserleri yok mu sizde?
Bu sualin cevabı, bugünkü resim hakkındaki fikri idi.
-Ben bugünkü resmin zevkini alamadım da ondan!
Bu gençlere bir tariz olamazdı. Zira Refik Halid gençlerden her mevzuuda ümitli. Bilhassa hikayecilikte.
Kendisine "Genç romancılarımızı nasıl buluyorsunuz?" dediğim vakit yüzü kalın çerçeveli gözlükleri altında memnuniyet ve güvenle parlayıverdi:
-Hepsinin içinde biraz birşey buluyorum fakat henüz tamamen tatmin edici olmayışları belki de benim eskiye bağlılığımdan, tiryakiliğimden. Yalnız şunu iftiharla söylemeliyim ki memlekette bir hikayecilik faaliyet başladığına çok memnunum. Bir müddetten beri bunları alaka ile takip ediyor ve beğeniyorum. Devir onların, bizim yapamadıklarımızı onlar yapacak ve bizi dünya
edebiyatı arasına onlar sokacak.
İsabetli bir görüş ve iyi bir temenni fakat bir yazarın yetişip yaşayabilmesi için büyük bir okuyucu kitlesine dayanması şart! Ancak Nilgün gibi en çok satılan bir eserin bile 5000 satış yapışı bizde kitap okumanın garba nazaran çok düşük olduğunu gösteriyor. Acaba neden?
Bunu Refik Halid gibi sadece kalemi ile geçinen bir romancıya sormak yerinde olurdu.
-Evet, dedi. Garba nazaran bizde az kitap okunuşu bir hakikat, bunu eksik taraflarımızdan biri olarak kabul etmekle beraber kitaplarımızın pahalı satılışının da bir payı olduğunu unutmamak lazımdır.
-İlk olarak "Yerin Altında Dünya Var" isimli eserinizle piyasaya çıkan ucuz "pocked book"lar için ne düşünüyorsunuz?
-Dünyanın her yerinde bu böyledir. Nitekim tahminlerin fevkinde bir sürüm yaptı.
Dişi Örümcek ve Kadınlar Tekkesi'nin de bu neşriyata dahil olacağını söyleyen üstada, tatlı sohbeti arasında nasıl ve niçin yazdığını da soruverdim.
Güldü:
-Evvela zevkimi tatmin ettiği için yazıyorum ve tuttuğu için de başka meslek seçmiyorum. Nasıl yazdığıma gelince: Edebiyat ve san'at titizliğim yoktur. Büyük gayelerle dünya çapında eserler yazmayı da düşünerek yazmam.
-Sizce eserlerinizin hususiyetleri nedir?
-Yazdığım yazıların Türkçesi güzel, roman tekniği kuvvetlidir ama değeri nedir bilmem. Romanın ders kitabı olduğu kanaatinde olmadığım için de, içine ukalaca ilim sokup okuyucularımı sıkmak istemem.
Konuşmamız romancımızın hususiyetlerine intikal etmişti. Bu arada kendisine biraz da, kendinizden, zevklerinizden bahsetseniz, dedim. Sıralayıverdi.
-İyi yemek. Bunu biraz da kendim pişiririm. Yürüyüş. Derecesini aşmamak şartı ile çeşitli içki ve sevimli kadın.
Likör kadehlerimiz boşalmıştı, biz üstada vedaya hazırlanırken o konuşmasına:
-Güzel demiyorum, sevimli. Zira güzellik mefhumu hepimiz için başka başka olabilir, fakat sevimlilik bir rüzgardır, herkese tesir eder, diye devam ediyordu.
İç bade güzel sev, var ise aklı şuurun
Dünya var imiş yok imiş ne umurun
Hayyam bu güzel şiiri sanki Refik Halid için söylemiş.

Hiç yorum yok: