18.11.2005

İtalya'ya kadın saçı ihraç edildi



8 Eylül 1966 Perşembe tarihli Hürriyet Gazetesinden

İtalya'ya kadın saçı ihraç edildi
KAYSERİ, (HA) - Kadın saçı ticareti yapan, Kayserili bazı iş adamları Avrupalı perukacılarla kuaförlerin taleplerine cevap vermeye başlamış ve ilk partide İtalya'ya 300 bin liralık kadın saçı ihraç edilmiştir. Kadın saçının kilosunu 250-300 liradan satın alan iş adamları ikinci parti saç kıllarının da Fransa'ya ihraç edileceğini açıklamışlardır.

17.11.2005

Amerika 1970'den evvel Ay'a gidecek


21 Şubat 1964 Cuma tarihli Vatan Gazetesinden

Amerika 1970'den evvel Ay'a gidecek
CLAREMONT (California) 21 (A.A.) - "Aya seyahat programı" çerçevesinde çalışan bilginlerden Eberhardt Rechtin, Amerika'nın 1970 yılından evvel aya bir insan göndermesi ihtimalinin pek kuvvetli olduğunu söylemiştir. Claremont'da Seripss Üniversitesi mezunlarının bir toplantısında konuşan Rechtin, bununla beraber, Sovyetlerin dünya etrafındaki bir yörüngede "Uzay randevusunu" Amerikalılardan evvel gerçekleştirmelerinin muhtemel olduğunu belirtmiştir.

16.11.2005

Yaz için hazırlıklar başladı


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Hürriyet Gazetesinden

Yaz için hazırlıklar başladı
İtalyan modacısı Lida Di Trepuzzi, üç gündür Floransa'daki bir sarayda teşhir ettiği örme üç parçalı yaz kıyafetleriyle büyük hadise yaratmıştır. Profesörün bu örme mayolarından çok beğenilen bir tanesi burada görülüyor. Pembe leakril ipliğiyle elde örülmüş olan üst kısmı, arkadan, bele kadar çıkan şortu ise, bel hizasından geriden düğmelidir.

15.11.2005

Zabıtalar sokak ortasında adam dövüyorlar


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Ekspres Gazetesinden

Zabıtalar sokak ortasında adam dövüyorlar
Bundan birkaç gün evvel. Saat 17 sıraları. Ve Ulus'tan geçiyorum. Önümde yürümekte bulunan üç zabıta memurundan birisi yanındakilerden ayrılarak, kenarda park etmiş arabaların arasına daldı. Gizlene gizlene bir süre yürüdü. Sonrada anide fırlayarak, otobüs durağının hemen yanıbaşında duran, yedi sekiz yaşlarındaki bir kız çocuğunun üzerine atıldı.
Havaya kalkan eli, önce kızın başında patladı; Sonra da beyaz başörtüsünün içinde kalan uzun saçlarından tutarak sürüklemeye başladı. Arkadan yetişen diğer iki zabıta da bu dayak faslından nasiplerini almak istercesine çocuğa vurmaya başladılar. Bu arada çocuğun feryatları meydana epeyce bir kalabalık topladı. Ve seyirciler sessiz sedasız bu manzaranın zevkini çıkarmaya koyuldular. Nihayet dayanamayıp, memurların yanlarına yaklaştığımda, bu defa küçük çocuk kurtuldu ve üçünün arasında ben kaldım.
MACİT İPEKÇİ

14.11.2005

İneklerin Lambaları


2 Şubat 1963 Cumartesi tarihli Akşam Gazetesinden

İneklerin Lambaları
"Gece ana yolda yürüyen bir ineğin de otomobiller gibi ön ve arka lambaları olmalıdır"
Evet, bir İngiliz hakimi dün Readig'de bu kararı vermiş ve gece otomobiliyle bir ineği çiğneyen adamı beraat ettirmiştir. Üstelik otomobildeki hasarı da inek sahibi ödeyecektir.

11.11.2005

NECİPBEY Briyantinleri









20 Ekim 1961 Cuma tarihli Ulus Gazetesinden

10.11.2005

ATATÜRK Meş'ale ve Sembol

10 Kasım 1960 Perşembe tarihli Yeni Sabah Gazetesinden

ATATÜRK Meş'ale ve Sembol

Ord. Prof. Dr. Sadi IRMAK

Atatürk, 150 senelik emeklemeyi son ve kesin zafere ulaştıran adamdır. XVIII. yüzyılın sonlarında, sürekli yenilgilere karşı tek kurrtuluş çaresi olarak görünen Batılaşma hareketi, med ve cezirler halinde seyir ede ede, tanzimatta bir nevi Batı ve Doğu'nun uzlaştırılması şeklini aldıktan sonra, bu yarım tedbirin yetmezliği, milletimizi büyük bir uyanışa götürmüş, nihayet Atatürk, katıksız Batılaşmayı gerçekleştirebilmiştir. Milletimizin bekası için başka bir çare asla düşünülemezdi. Çünkü, medenilik birdir ve bütündür. Bugün ve iki asırdan beri bu medenilik üstünlüğünü Batı alemi temsil etmektedir. Vakıa o üstünlük bugün Amerika'ya atlamıştır, fakat onun adı yine Batı medeniyetidir. Kökleri bir yandan Latin ve Grek alemine, öte yandan eski Doğu alemine uzanır. O, muayyen bir milletin malı olmayıp, insanlığın müşterek malıdır. Esası kafanın skolastik çemberlerden kurtulması, hayata müspet ilmin hakim olması ve insanın, insanlığa yakışır bir hayat seviyesinde yaşamasıdır. Dikkate layıktır ki Atatürk, daha Birinci Meclis'te bu ihtiyacı en basit, fakat en vazıh şekli ile ifade etmişti. Bir hoca efendinin "Bu medeniyet de ne?" sualine: "Adam olmak Hocam" demesi, gerçekleri basite ircaın şaheser bir örneği olmuştur.

Tabiidir ki, bu köklü harekete karşı hepsi kötü niyete atfedilemeyecek bir takım direnmeler olmuştur ve hala olmaktadır. Bunlardan bir grup, her nevi değişiklikten tedirgin olan klasik muhafazakarlardır. Onlara sorarsanız, bu millet mademki devrimlerden önceki rejimle Mohaç'ı, Niğbolu'yu, Kosova'yı kazanmış ve bayrağını üç kıt'ada dalgalandırmıştır, o halde aynı minval üzere neden yürümemeli? Bu gibileri unutuyorlar ki, o bahsettikleri zaferler, sadece kahramanlıkla değil, silah ve medeniyet üstünlüğü ile başarılmıştır. Aynı üstünlüğü devam ettirebilmek için Batı'nın metotlarını, bilgisini, tekniğini ve yaşayış felsefesini, bir kelimeyle, Batılaşmayı kabul etmekten başka çare yoktur. Vakıa her milliyetçi biraz muhafazakardır. Fakat, bu tekamül ve hareket halinde bir muhafazakarlıktır.

Direnen gruplardan birisi de Batılaşmanın milli ahlak ve karakterimizi zaafa uğratacağını vehmedenlerdir. Bu vehim, tarihimizde o kadar ileri gitmiştir ki, "Bir kavme benzemek, ondan olmak, yani kendi milliyetinden çıkmak demektir" mealinde bir hadis uydurulmuştur. Şapka giymekle gavur olacağımızı telkin edenler işte bu sahte fikre dayanmışlardır. Bugün Almanlar, Fransızlar, İngilizler aynı Batı medeniyeti içindedirler, kıyafetleri, hatta yaşayış tarzları birbirinin aynıdır. Buna rağmen bağımsız ve büyük milletlerdir. Ve bağımsızlıkları uğruna kanlarını dökmekten asla geri durmazlar.

Vahim, fakat cehilden ileri gelen gericilik cereyanlarının yanında bir de dış tesirlerle uyandırılan direnişler vardır. Bunlar, memleketimizin ilerleme hamlelerini kesmek ve dolayısiyle milletimizi esir etmek gayesini güden dış düşmanlarımızın telkinidir. Bu maksatla bazen dış propagandaların, memleketimizde aşırı bir milliyetçilik şeklinde maskelendiği görülür.

Batılaşma hareketinin bizde vatanseverliği, millet için fedakarlığı ortadan kaldırıp, maddecilik uyandırdığını ileri sürenler, hatta Batıcılıkla maddeciliği bir tutanlar da vardır. Bunlar unutuyorlar ki, materyalizm gibi maneviyatçılık da hakiki ve derin manasiyle Batı aleminden doğmuştur. Fikirlerimize destek yaptığımız büyük filozoflar Batı'da doğmuştur. Bu gibileri için 28 Nisan ve 27 Mayıs hareketleri büyük bir sürpriz olmuştur. Çünkü bu hareketler nimet dağıtan fakat, hürriyeti gaspeden bir zümreye karşı yapılmıştır. Atatürk gençliği, idealist olduğunu bundan daha parlak şekilde nasıl ispat edebilirdi? Hiç şüphe edilmemelidir ki, Atatürk nesilleri icap ederse Çanakkale'yi de Dumlupınar'ı da bir kere daha yaratacak ruh kuvvetine ve temizliğine sahiptirler.

Atatürk'ün fani olan vücudu toprak olmuştur. O, artık sadece ebedi bir meş'ale ve semboldür. İleri, insani ve milli fikirleri temsil eder. Gelecek nesiller hep o bayrak altında toplanacaklardır. Çünkü zafer daima ileri ve insani fikirlere mukadderdir. Beşeri ve tekamüle inananlar için bunun aksi düşünülemez. Geri fikirler velev ki masum muhafazakarlık şeklinde belirsinler, daima tehlikelidir. Çünkü, bu asırda yükselmeyen, ilerlemeyen, düşmeğe mahkumdur.

Atatürk sadece dış düşmanları yenerek memleket bütünlüğünü kurtarsa, fakat bu devrimleri yapmamış olsaydı, zaferlerini yetim bırakmış olacaktı. Çünkü bir memleketi dış düşmandan kurtarmak yetmez, onu bir daha istilaya uğramayacak bir kuvvete eriştirmek lazımdır. İşte devrimler dediğimiz islahat hareketinin gayesi bundan ibarettir.

Atatürk, devrimlerin ebediliğini sağlamak için bize bir de siyasi dünya görüşü bırakmıştır. İçte laik, sosyal bir Cumhuriyet, dışta da "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibi. Siyasi mücadelelerimiz bu birleştirici bayrak fikirleri zedelememelidir.

9.11.2005

İşte Hastaneleriniz!...








9 Eylül 1966 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

Bay Sağlık Bakanı! Memleketimizde sağlık işlerinin nasıl yürütüldüğünün iki küçük misalini görünüz..
İşte Hastaneleriniz!...
26 Ağustos günü Ankara'dan Bursa'ya giderken saat 15.00 de Eskişehir'e 20 km uzaklıkta Kanlıpınar mevkiinde bir trafik kazası olduğunu anladım ve hususi arabamı durdurdum. Ortada bir yaralı vardı. Tabii ki kazanın tahkikatını ilgililer yapmışlardır. Muhtemel bir can kaybını önlemek ve bir an önce acısını dindirebilmek gayesiyle yaralıyı derhal arabama alarak oradan süratle uzaklaştım. Doktorsuz hastane de bulunabileceğini düşünmeden ilk rastladığım Eskişehir Göğüs Hastalıkları Hastanesine başvurdum. Oradakilere, yaralı olduğunu, bir an önce gereğinin yapılmasını rica ettim. Gördüğüm hazin manzarayı asla unutamıyacağım. Bu büyük hastanede, hafta içi ve normal mesai saati olmasına rağmen bir doktor bulmak maalesef mümkün olmadı. Sorduğumda hemşire ve müstahdem nöbetçi doktor dahi bulunmadığını ifade ettiler. Kendilerinin hastaya ilk yardımı yapmalarını rica ettim, reddettiler. Bahçede duran ambülansla hastanın başka bir hastaneye nakledilmesinin teminini rica ettim, reddettiler. Emniyet Dairesine telefonla haber vermelerini rica ettim, reddettiler.Yanımdaki pamuk bittiği için hiç olmazsa pamuk vermelerini ısrarla rica ettim. Hastanede pamuk bulunmadığını söylediler. Hasta bir taraftan kan kaybediyor ve onlar ilgisizce tebessüm ediyorlardı. Orada daha fazla kalamazdım. Yoldan geçen bir polis arabası durdurdum. Bir memuru da yanıma alarak hastayı Eskişehir Devlet Hastanesine götürdüm. Oraya yatırıldı.
Bu yaralının kim olduğunu bilmem. Allah'a çok şükür ki insani duygularımdan bir şey kaybetmedim. Merak ediyorum, hemşire ve müstahdem acaba çok komik bir olayla mı karşılaştılar? Yoksa bu gibi acı gerçeklerin çoğalması onlara insanlık ve meslek duygularını unutturuyor mu? İlgililerin önemle dikkatini çekerim.

Mehmet MİNEZ
Yılmaz İpek Apt. D:5
Çekirge - BURSA

8.11.2005

Kodak
























20 Ekim 1961 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

7.11.2005

Kıraliçe ve Prens çok iyi


2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Hürriyet Gazetesinden

Kıraliçe ve Prens çok iyi
Tahran 1 - İran tahtını, yıllardan beri sabırsızlıkla beklenen erkek evlada kavuşturan İmparatoriçe Farah Pehlevi iki gündür "Anne ve Çocukları Koruma Yurdu"nun mütevazi bir odasındaki 54 numaralı demir karyolada yatıyor.
Farah Pehlevi'yi bütün İran halkı daha düğünden evvelki günlerde sevmiş ve bağrına basmıştı. Bedbaht Kıralı mesut edeceğinden, kendilerine de bir veliaht kazandıracağından emindiler.
Düğünden sonra genç kadının kendini hayır ve kültür işlerine vakfetmesi, fırsat buldukça da halk arasına karışarak vatandaşlarının dert ve dileklerini samimiyetle dinlemesi, not etmesi, çare araması, bu sevgiye engin bir hüviyet vermişti.
Bütün İran, kıraliçesine hayrandı. Şimdi ise Farah Pehlevi halkın nazarında sadece bir İmparatoriçe değil, aynı zamanda mukaddes bir annedir. Çünkü bu tahtı kurtarmış, çok mesuliyetli bir boşluğu doldurmuş, yıllardan beri taç giymeyen eşini de hakiki bir İmparator yapmıştır. Ve bu müstesna varlık, şimdi fakir fukara için kurulmuş bir yurdun mütevazi bir odasındaki demir karyolada yatmaktadır. Yanındaki odada mini mini, yumuk yumuk bir prens yatıyor... Karnı acıktıkça avaz avaz bağırmaktan da geri kalmayan bu yavru, İran'ın müstakbel imparatorudur.
DOĞUMDAN NOTLAR
Dün sabah saat 9.00 da doğumevinin önünde duran Rolls Royce'un kapısını telaşla açan şoför selam dururken, Kıraliçe Farah da Şahın yardımı ile içeri giriyordu.
Genç kadının ameliyathaneye götürülürken söylediği sözler, şimdi herkesin ağzında. Şöyle demiş:
-"Doğum sırasında beni bayıltmazlarsa, daima olduğu gibi, yine Şaha ve milletime hayırlı bir evlat vermesi için Tanrı'ya dua edeceğim."
Halbuki kıraliçeyi bayıltmak icap etti. İlk sancılar hafif olmak üzere doğumun 2 buçuk saat sürdüğü bildiriliyor.
Şaha ilk müjde Dr. Cihanşah Salih tarafından verilmiştir. Bunun üzerine mesut bir tebessümle gülen Rıza Pehlevi'nin ilk suali şu olmuştur:
-"Kıraliçe nasıl? Yavrumun sıhhi durumu iyi mi?"
NEŞE VE SAADET
Bütün İran'da ve Tahran'da bayram havası devam ediyor. Bütün halk, tasavvur edilemiyecek kadar mesut... Doğumevinin etrafı mahşer gibi kalabalık... Camilerde arzu eden herkese 40 gün 40 gece yemek dağıtılacak. Yoksul çocuklara elbise, ayakkabı veriliyor. Radyolar devamlı yayın yapıyorlar. Cadde ve sokaklarda, elleri bayraklı insan toplulukları şarkı ve marş söyliyerek dolaşıyor.
Ana Kıraliçe bugün, prense nazar boncuklu altın bir madalya taktı. Diğer hediyeler hakkında henüz açıklama yok.
İran tahtının bir erkek evlada kavuşması vesilesiyle bugün, vergilerde yüzde 20 indirim yapılacağı ilan edilmiştir. Yine bugün, ilk defa yerli ve yabancı basın mensupları, doğumevine alınmış, plastik bir cibinlik altında yatan Prens'in resmini çekmelerine müsaade edilmiştir.
SON DURUM
İlgililerin ifadesine göre, Kıraliça Farah Diba, gayet neşeli ve mesut görünmektedir. Bugün ilk defa veliahtı emzirmiştir. Şah da, günün büyük bir kısmını eşinin başucunda geçirmiştir.
Sağlık Bakanı Dr. Cihanşah Salih, Kıraliçenin de, oğlunun da çok iyi durumda olduğunu açıklamıştır.
Bebek, ya bugün, veya yarın Tahran İmamının riyasetinde dini törenle sünnet edilecektir.
Kıraliçenin doğum yaptığı hastaneye bundan böyle "Kıraliçe Farah Hastanesi" denecektir.

2.11.2005

İspanya Arenalarının Uyuz Boğası









2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Milliyet Gazetesinden

İngiliz basınının, İspanya'yı 4-2 yendikleri maçtan sonra Di Stefano ile alay etmesi Real Madrit'li futbolcuları kızdırdı. Puskas'ın hayalindeki takımın forveti: Garrincha, Kocsis, Di Stefano, Pele, Gento
İspanya'nın Wembley'de mağlup olmasından sonra, İngiltere basınının Di Stefano hakkında "İspanya arenalarının uyuz boğası, dişi dökülmüş aslan" tabirlerini kullanması Real Madrid takımı oyuncuları arasında büyük bir infial uyandırmıştır.
Madrid'de etrafını saran gazetecilere Puskaş gülerek şunları söylemiştir: "Ben Macar takımında oynarken haşmetli İngiltere takımına yarım düzine gol atmıştık, ama, gazetelerimizde alay etmemiştik. Çünkü biliyorduk ki, bir takımın mağlup olması, bir oyuncunun kötü oynaması, onun klasını gölgeleyemez. Allah'tan Avrupa Şampiyon Kulüpler şampiyonasında bir İngiliz takımının karşımıza çıkmasını dilerim. Onlara öyle bir ders vereceğiz ki, değil kendileri nesilleri dahi unutamıyacak."
Dİ STEFANO PUSKAŞIN HAYALİNDEKİ TAKIMIN SANTRAFORU
Dünyanın 1 numaralı futbolcusu ağır hücuma uğrayan takım arkadaşı Di Stefano için şöyle konuşmuştur: Di Stefano halen dünyanın en iyi santraforudur. Öyle bir santrafor ki, topla ve topsuz aynı süratle hareket eden ve kaleyi allak pullak eden bir santrafor. Bu futbol üstadı benim hayalimdeki şu takımın santraforudur. Kaleci: Grosics (Macar), Andreadi (Uruguay), Nilton Santos (Brezilya), Bozcik (Macar), Santamaria (İspanya), Ocwirk (Avusturya), Garrincha (Brezilya), Kocsis (Macar), Di Stefano (İspanya), Pele (Brezilya), Gento (İspanya). Garrincha gibi top süren, Gento gibi bir şimşeğin arasında Di Stefano... ve bu forvetin kudretini düşünmek dahi korkunçtur. Aleyhinde yazan İngiliz basınına hak ettiklerini yine Di Stefano verecektir.
ORHAN TÜREL

1.11.2005

Bacaksızın Maceraları










1 Ağustos 1962 Çarşamba tarihli Son Havadis Gazetesinden