30.12.2005

Pul Meraklısı


25 Mart 1959 Çarşamba tarihli Zafer Gazetesinden

PUL MERAKLISI:Birleşmiş Milletler Merkezinde açılan pul sergisinde, Birleşmiş Milletlere mensup memleketlerin pulları teşhir edilmiştir. Resimde pulları pertavsızla tetkik eden pul meraklısı Malayalı genç bir kız görülmektedir. (Keystone)

25.12.2005

Televizyonda bir idam mahkumu






31 Temmuz 1962 Salı tarihli Hürriyet Gazetesinden

Televizyonda bir idam mahkumu

Cezası affedilmezse Crump cuma günü elektrikli sandalyeye oturacak

New York, 30 - 9 yılda 14 defa ölüm odasının kapısından dönmüş ve cuma günü elektrikli sandalyesiyle 15. randevusuna gidecek olan zenci katil Paul Crump, bu gece televizyona çıkmış ve ölüm cezasının, hapse çevrilmesi için Amerikan halkına yalvarmıştır.

MAKTULÜN KARISI DA

Paul Crump'ın 1953 yılında 10000 dolar çalarken vurduğu fabrika bekçisinin dul eşi Bayan Veronica Zukowski de bu televizyon programına Crump ile beraber çıkmış ve idamlığın af talebini desteklemiştir. Amerika tarihinde ilk defa olarak bir cezaevi müdürü (Crump'ın hapis yattığı cezaevinin müdürü Jack Johnson) de aynı televizyon programında Crump'ın idam edilmeyip affedilmesini talep etmiştir.

SAATLERİ SAYIYOR

Bu korkunç programın mühim bir kısmı, evvelki gün Crump'ın halen ölüm hücresinde çile doldurmakta olduğu cezaevinde filme alınmıştır. Crump, halen Cook Cezaevindeki ölüm hücresinde, idamını bekliyerek saatleri saymaktadır.

Bu geceki garip televizyon programına cezaevinin ruh doktoru, Crump'ın avukatı ve idamlığın muhakkak surette ölmesi gerektiğini savunan tek adam Illinois Eyaleti Başsavcısı da iştirak etmiştir.

SON KARAR

Illinois Valisi Otto Kerner, Eyalet Af Heyeti ile kefalete rapten tahliye heyetlerini pazartesi günü Crump'ın talebini görüşmek üzere toplantıya davet etmiştir. Bu toplantılarda Crump'ın cezasının hapse çevrilmesi için idamlığın yapmış olduğu talepler incelenecek ve ölüm mahkumu hakkında son karar verilecektir.

MASUM DEĞİLİM

Crump'ın kurtarılması için girişilen kampanya, bütün Amerika'yı meşgul etmektedir. Crump, cezasının hapse çevrilmesi için verdiği istidatta masum olduğunu iddia etmemekte, bilakis cezaevinde iken ıslah olmuş ve cemiyete zararlı bir insan olmaktan çıkıp, faydalı bir insan haline gelmiş olduğunu bildirmekte ve bu sebeple idam edilmemesini istemektedir.

ŞİİR DE OKUDU

Crump, 9 yıldan beri ölüm hücresinde yaşamaktadır ve bu zaman zarfında hukuk, felsefe ve sosyoloji mevzuatlarında uzun etütler yapmıştır. Bu arada, bir roman da kaleme almış bulunan Paul Crump halen 2. bir romanı da yarılamış bulunmaktadır. Crump, dün geceki misline rastlanmamış televizyon yayını esnasında, ölüm hücresinde yazmış olduğu şiirlerden bazılarını da okumuştur.

Crump, cezaevine girdiği vakit, "Vahşi bir hayvandan farkı olmadığını" söylemekte, fakat artık "Babası" saydığı Cezaevi Müdürü Johnson'un yardımı ile "Bambaşka bir insan haline gelmiş" olduğunu söylemektedir.

Ölüm hücresinde beklediği 9 yıl boyunca Crump, 14 defa idam odasına kadar gitmiş, fakat son dakikada verilen infazın tehiri kararları sayesinde kurtulmaya muvaffak olmuştur. Davasını, temyiz talepleri ile Yüksek Mahkemeye kadar götüren Crump bu mahkemeden aldığı iade-i muhakeme kararından sonra, 2. defa idama mahkum olmuştur. Bu seferki Crump'ın son şansıdır ve cezası hapse çevrilmediği taktirde, cuma günü elektrik sandalyesinde can verecektir.

24.12.2005

Sarhoş İngilizler halkı dolu bira şişesi yağmuruna tuttu









30 Temmuz 1962 Pazartesi tarihli Hürriyet Gazetesinden

Sarhoş İngilizler halkı dolu bira şişesi yağmuruna tuttu
İzmir, 29 (Hususi) - Dün öğle üzeri limanımıza gelen İngiliz "Castilian" şilebi tayfaları ile Kordon'da dolaşmakta olan Türkler arasında, yarım saat kadar şiddetli bir münakaşa olmuştur. Gece yarısından sonra, saat 00:30 sıralarında şilepte içki içerek, eğlenmeye başlayan İngilizler, Kordon'dan geçmekte olan ailelere laf atarlarken, birkaç kişinin müdahalesiyle karşılaşmışlardır. İçkili oldukları için bu hareketlerine devam eden ve galiz küfürler savuran İngilizler, bir ara, ellerine geçirdikleri bira şişelerini, Kordon'daki halka atmaya başlamışlardır.
EKİP GELİYOR
Bu durum karşısında, birkaç kişi, şilepte bulunan 8-10 kadar İngilizi aşağıya davet etmişler, fakat dolu bira şişelerinin yağmuruna tutulmuşlardır. Yarım saat kadar devam eden karşılıklı münakaşa ve Kordon'da toplanan kalabalık bir grubun "yuh" çekmeleri, İngilizlerin de buna bira şişeleriyle mukabelede bulunmaları, ortalığı karıştırmıştır. Hadisenin büyüme istidadı göstermesi üzerine durum, polise bildirilmiş, olay yerine gelen motorlu ekip, kavgacıları yatıştırarak dağıtmıştır.

18.12.2005

Milyonerler Kumarhanesi Dün Basıldı














15 Şubat 1960 Pazartesi tarihli Zafer Akşam Postasından

Milyonerler Kumarhanesi Dün Basıldı
İstanbul, (Hususi) - Pazar gecesi polis tarafından basılan iki büyük kumarhanede tanınmış milyonerlerle sosyeteye mensup genç ve güzel kadınlar yakalanmış, her iki kumarhane kapatılmıştır.
Pazar gecesi saat 24 te Maslak'ta Atlı Spor Klubüne müşteri olarak girmek isteyen polis memurları, kapıcı tarafından içeri sokulmak istenmemiş, fakat içeri girmeye muvaffak olan memurlar 18 kişiyi kumar masası başında yakalamışlardır.
Aralarında tanınmış milyonerlerin bulunduğu kumarbazlardan biri, polislere hitaben "Para kazanmak için değil, şampiyonluk için oynuyoruz" demişse de ortada bulunan paraların manasını izah edememiştir.
Gene bir kumarbaz, "Burayı basmaya kimsenin hakkı yoktur" demiş, karakola götürülünnce de hayretini gizlememiştir.
Aynı ekip, 1 saat sonra Çamlıca Klubü'nü basmış, orda da çoğu milyoner olan 12 erkekle sosyeteye mensup 3 kadın suçüstü yakalanmıştır. Bu baskında, milyonerlerden biri, mevki sahibi bazı kimselerin isimlerini söyleyerek onlara telefon etmek istediğini söylemiş, polisin "Buyrun edin" demesi karşısında cesaret edememiştir.
Her iki kumarhane bugün mühürlenmiştir.

18.11.2005

İtalya'ya kadın saçı ihraç edildi



8 Eylül 1966 Perşembe tarihli Hürriyet Gazetesinden

İtalya'ya kadın saçı ihraç edildi
KAYSERİ, (HA) - Kadın saçı ticareti yapan, Kayserili bazı iş adamları Avrupalı perukacılarla kuaförlerin taleplerine cevap vermeye başlamış ve ilk partide İtalya'ya 300 bin liralık kadın saçı ihraç edilmiştir. Kadın saçının kilosunu 250-300 liradan satın alan iş adamları ikinci parti saç kıllarının da Fransa'ya ihraç edileceğini açıklamışlardır.

17.11.2005

Amerika 1970'den evvel Ay'a gidecek


21 Şubat 1964 Cuma tarihli Vatan Gazetesinden

Amerika 1970'den evvel Ay'a gidecek
CLAREMONT (California) 21 (A.A.) - "Aya seyahat programı" çerçevesinde çalışan bilginlerden Eberhardt Rechtin, Amerika'nın 1970 yılından evvel aya bir insan göndermesi ihtimalinin pek kuvvetli olduğunu söylemiştir. Claremont'da Seripss Üniversitesi mezunlarının bir toplantısında konuşan Rechtin, bununla beraber, Sovyetlerin dünya etrafındaki bir yörüngede "Uzay randevusunu" Amerikalılardan evvel gerçekleştirmelerinin muhtemel olduğunu belirtmiştir.

16.11.2005

Yaz için hazırlıklar başladı


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Hürriyet Gazetesinden

Yaz için hazırlıklar başladı
İtalyan modacısı Lida Di Trepuzzi, üç gündür Floransa'daki bir sarayda teşhir ettiği örme üç parçalı yaz kıyafetleriyle büyük hadise yaratmıştır. Profesörün bu örme mayolarından çok beğenilen bir tanesi burada görülüyor. Pembe leakril ipliğiyle elde örülmüş olan üst kısmı, arkadan, bele kadar çıkan şortu ise, bel hizasından geriden düğmelidir.

15.11.2005

Zabıtalar sokak ortasında adam dövüyorlar


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Ekspres Gazetesinden

Zabıtalar sokak ortasında adam dövüyorlar
Bundan birkaç gün evvel. Saat 17 sıraları. Ve Ulus'tan geçiyorum. Önümde yürümekte bulunan üç zabıta memurundan birisi yanındakilerden ayrılarak, kenarda park etmiş arabaların arasına daldı. Gizlene gizlene bir süre yürüdü. Sonrada anide fırlayarak, otobüs durağının hemen yanıbaşında duran, yedi sekiz yaşlarındaki bir kız çocuğunun üzerine atıldı.
Havaya kalkan eli, önce kızın başında patladı; Sonra da beyaz başörtüsünün içinde kalan uzun saçlarından tutarak sürüklemeye başladı. Arkadan yetişen diğer iki zabıta da bu dayak faslından nasiplerini almak istercesine çocuğa vurmaya başladılar. Bu arada çocuğun feryatları meydana epeyce bir kalabalık topladı. Ve seyirciler sessiz sedasız bu manzaranın zevkini çıkarmaya koyuldular. Nihayet dayanamayıp, memurların yanlarına yaklaştığımda, bu defa küçük çocuk kurtuldu ve üçünün arasında ben kaldım.
MACİT İPEKÇİ

14.11.2005

İneklerin Lambaları


2 Şubat 1963 Cumartesi tarihli Akşam Gazetesinden

İneklerin Lambaları
"Gece ana yolda yürüyen bir ineğin de otomobiller gibi ön ve arka lambaları olmalıdır"
Evet, bir İngiliz hakimi dün Readig'de bu kararı vermiş ve gece otomobiliyle bir ineği çiğneyen adamı beraat ettirmiştir. Üstelik otomobildeki hasarı da inek sahibi ödeyecektir.

11.11.2005

NECİPBEY Briyantinleri









20 Ekim 1961 Cuma tarihli Ulus Gazetesinden

10.11.2005

ATATÜRK Meş'ale ve Sembol

10 Kasım 1960 Perşembe tarihli Yeni Sabah Gazetesinden

ATATÜRK Meş'ale ve Sembol

Ord. Prof. Dr. Sadi IRMAK

Atatürk, 150 senelik emeklemeyi son ve kesin zafere ulaştıran adamdır. XVIII. yüzyılın sonlarında, sürekli yenilgilere karşı tek kurrtuluş çaresi olarak görünen Batılaşma hareketi, med ve cezirler halinde seyir ede ede, tanzimatta bir nevi Batı ve Doğu'nun uzlaştırılması şeklini aldıktan sonra, bu yarım tedbirin yetmezliği, milletimizi büyük bir uyanışa götürmüş, nihayet Atatürk, katıksız Batılaşmayı gerçekleştirebilmiştir. Milletimizin bekası için başka bir çare asla düşünülemezdi. Çünkü, medenilik birdir ve bütündür. Bugün ve iki asırdan beri bu medenilik üstünlüğünü Batı alemi temsil etmektedir. Vakıa o üstünlük bugün Amerika'ya atlamıştır, fakat onun adı yine Batı medeniyetidir. Kökleri bir yandan Latin ve Grek alemine, öte yandan eski Doğu alemine uzanır. O, muayyen bir milletin malı olmayıp, insanlığın müşterek malıdır. Esası kafanın skolastik çemberlerden kurtulması, hayata müspet ilmin hakim olması ve insanın, insanlığa yakışır bir hayat seviyesinde yaşamasıdır. Dikkate layıktır ki Atatürk, daha Birinci Meclis'te bu ihtiyacı en basit, fakat en vazıh şekli ile ifade etmişti. Bir hoca efendinin "Bu medeniyet de ne?" sualine: "Adam olmak Hocam" demesi, gerçekleri basite ircaın şaheser bir örneği olmuştur.

Tabiidir ki, bu köklü harekete karşı hepsi kötü niyete atfedilemeyecek bir takım direnmeler olmuştur ve hala olmaktadır. Bunlardan bir grup, her nevi değişiklikten tedirgin olan klasik muhafazakarlardır. Onlara sorarsanız, bu millet mademki devrimlerden önceki rejimle Mohaç'ı, Niğbolu'yu, Kosova'yı kazanmış ve bayrağını üç kıt'ada dalgalandırmıştır, o halde aynı minval üzere neden yürümemeli? Bu gibileri unutuyorlar ki, o bahsettikleri zaferler, sadece kahramanlıkla değil, silah ve medeniyet üstünlüğü ile başarılmıştır. Aynı üstünlüğü devam ettirebilmek için Batı'nın metotlarını, bilgisini, tekniğini ve yaşayış felsefesini, bir kelimeyle, Batılaşmayı kabul etmekten başka çare yoktur. Vakıa her milliyetçi biraz muhafazakardır. Fakat, bu tekamül ve hareket halinde bir muhafazakarlıktır.

Direnen gruplardan birisi de Batılaşmanın milli ahlak ve karakterimizi zaafa uğratacağını vehmedenlerdir. Bu vehim, tarihimizde o kadar ileri gitmiştir ki, "Bir kavme benzemek, ondan olmak, yani kendi milliyetinden çıkmak demektir" mealinde bir hadis uydurulmuştur. Şapka giymekle gavur olacağımızı telkin edenler işte bu sahte fikre dayanmışlardır. Bugün Almanlar, Fransızlar, İngilizler aynı Batı medeniyeti içindedirler, kıyafetleri, hatta yaşayış tarzları birbirinin aynıdır. Buna rağmen bağımsız ve büyük milletlerdir. Ve bağımsızlıkları uğruna kanlarını dökmekten asla geri durmazlar.

Vahim, fakat cehilden ileri gelen gericilik cereyanlarının yanında bir de dış tesirlerle uyandırılan direnişler vardır. Bunlar, memleketimizin ilerleme hamlelerini kesmek ve dolayısiyle milletimizi esir etmek gayesini güden dış düşmanlarımızın telkinidir. Bu maksatla bazen dış propagandaların, memleketimizde aşırı bir milliyetçilik şeklinde maskelendiği görülür.

Batılaşma hareketinin bizde vatanseverliği, millet için fedakarlığı ortadan kaldırıp, maddecilik uyandırdığını ileri sürenler, hatta Batıcılıkla maddeciliği bir tutanlar da vardır. Bunlar unutuyorlar ki, materyalizm gibi maneviyatçılık da hakiki ve derin manasiyle Batı aleminden doğmuştur. Fikirlerimize destek yaptığımız büyük filozoflar Batı'da doğmuştur. Bu gibileri için 28 Nisan ve 27 Mayıs hareketleri büyük bir sürpriz olmuştur. Çünkü bu hareketler nimet dağıtan fakat, hürriyeti gaspeden bir zümreye karşı yapılmıştır. Atatürk gençliği, idealist olduğunu bundan daha parlak şekilde nasıl ispat edebilirdi? Hiç şüphe edilmemelidir ki, Atatürk nesilleri icap ederse Çanakkale'yi de Dumlupınar'ı da bir kere daha yaratacak ruh kuvvetine ve temizliğine sahiptirler.

Atatürk'ün fani olan vücudu toprak olmuştur. O, artık sadece ebedi bir meş'ale ve semboldür. İleri, insani ve milli fikirleri temsil eder. Gelecek nesiller hep o bayrak altında toplanacaklardır. Çünkü zafer daima ileri ve insani fikirlere mukadderdir. Beşeri ve tekamüle inananlar için bunun aksi düşünülemez. Geri fikirler velev ki masum muhafazakarlık şeklinde belirsinler, daima tehlikelidir. Çünkü, bu asırda yükselmeyen, ilerlemeyen, düşmeğe mahkumdur.

Atatürk sadece dış düşmanları yenerek memleket bütünlüğünü kurtarsa, fakat bu devrimleri yapmamış olsaydı, zaferlerini yetim bırakmış olacaktı. Çünkü bir memleketi dış düşmandan kurtarmak yetmez, onu bir daha istilaya uğramayacak bir kuvvete eriştirmek lazımdır. İşte devrimler dediğimiz islahat hareketinin gayesi bundan ibarettir.

Atatürk, devrimlerin ebediliğini sağlamak için bize bir de siyasi dünya görüşü bırakmıştır. İçte laik, sosyal bir Cumhuriyet, dışta da "Yurtta sulh, cihanda sulh" prensibi. Siyasi mücadelelerimiz bu birleştirici bayrak fikirleri zedelememelidir.

9.11.2005

İşte Hastaneleriniz!...








9 Eylül 1966 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

Bay Sağlık Bakanı! Memleketimizde sağlık işlerinin nasıl yürütüldüğünün iki küçük misalini görünüz..
İşte Hastaneleriniz!...
26 Ağustos günü Ankara'dan Bursa'ya giderken saat 15.00 de Eskişehir'e 20 km uzaklıkta Kanlıpınar mevkiinde bir trafik kazası olduğunu anladım ve hususi arabamı durdurdum. Ortada bir yaralı vardı. Tabii ki kazanın tahkikatını ilgililer yapmışlardır. Muhtemel bir can kaybını önlemek ve bir an önce acısını dindirebilmek gayesiyle yaralıyı derhal arabama alarak oradan süratle uzaklaştım. Doktorsuz hastane de bulunabileceğini düşünmeden ilk rastladığım Eskişehir Göğüs Hastalıkları Hastanesine başvurdum. Oradakilere, yaralı olduğunu, bir an önce gereğinin yapılmasını rica ettim. Gördüğüm hazin manzarayı asla unutamıyacağım. Bu büyük hastanede, hafta içi ve normal mesai saati olmasına rağmen bir doktor bulmak maalesef mümkün olmadı. Sorduğumda hemşire ve müstahdem nöbetçi doktor dahi bulunmadığını ifade ettiler. Kendilerinin hastaya ilk yardımı yapmalarını rica ettim, reddettiler. Bahçede duran ambülansla hastanın başka bir hastaneye nakledilmesinin teminini rica ettim, reddettiler. Emniyet Dairesine telefonla haber vermelerini rica ettim, reddettiler.Yanımdaki pamuk bittiği için hiç olmazsa pamuk vermelerini ısrarla rica ettim. Hastanede pamuk bulunmadığını söylediler. Hasta bir taraftan kan kaybediyor ve onlar ilgisizce tebessüm ediyorlardı. Orada daha fazla kalamazdım. Yoldan geçen bir polis arabası durdurdum. Bir memuru da yanıma alarak hastayı Eskişehir Devlet Hastanesine götürdüm. Oraya yatırıldı.
Bu yaralının kim olduğunu bilmem. Allah'a çok şükür ki insani duygularımdan bir şey kaybetmedim. Merak ediyorum, hemşire ve müstahdem acaba çok komik bir olayla mı karşılaştılar? Yoksa bu gibi acı gerçeklerin çoğalması onlara insanlık ve meslek duygularını unutturuyor mu? İlgililerin önemle dikkatini çekerim.

Mehmet MİNEZ
Yılmaz İpek Apt. D:5
Çekirge - BURSA

8.11.2005

Kodak
























20 Ekim 1961 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

7.11.2005

Kıraliçe ve Prens çok iyi


2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Hürriyet Gazetesinden

Kıraliçe ve Prens çok iyi
Tahran 1 - İran tahtını, yıllardan beri sabırsızlıkla beklenen erkek evlada kavuşturan İmparatoriçe Farah Pehlevi iki gündür "Anne ve Çocukları Koruma Yurdu"nun mütevazi bir odasındaki 54 numaralı demir karyolada yatıyor.
Farah Pehlevi'yi bütün İran halkı daha düğünden evvelki günlerde sevmiş ve bağrına basmıştı. Bedbaht Kıralı mesut edeceğinden, kendilerine de bir veliaht kazandıracağından emindiler.
Düğünden sonra genç kadının kendini hayır ve kültür işlerine vakfetmesi, fırsat buldukça da halk arasına karışarak vatandaşlarının dert ve dileklerini samimiyetle dinlemesi, not etmesi, çare araması, bu sevgiye engin bir hüviyet vermişti.
Bütün İran, kıraliçesine hayrandı. Şimdi ise Farah Pehlevi halkın nazarında sadece bir İmparatoriçe değil, aynı zamanda mukaddes bir annedir. Çünkü bu tahtı kurtarmış, çok mesuliyetli bir boşluğu doldurmuş, yıllardan beri taç giymeyen eşini de hakiki bir İmparator yapmıştır. Ve bu müstesna varlık, şimdi fakir fukara için kurulmuş bir yurdun mütevazi bir odasındaki demir karyolada yatmaktadır. Yanındaki odada mini mini, yumuk yumuk bir prens yatıyor... Karnı acıktıkça avaz avaz bağırmaktan da geri kalmayan bu yavru, İran'ın müstakbel imparatorudur.
DOĞUMDAN NOTLAR
Dün sabah saat 9.00 da doğumevinin önünde duran Rolls Royce'un kapısını telaşla açan şoför selam dururken, Kıraliçe Farah da Şahın yardımı ile içeri giriyordu.
Genç kadının ameliyathaneye götürülürken söylediği sözler, şimdi herkesin ağzında. Şöyle demiş:
-"Doğum sırasında beni bayıltmazlarsa, daima olduğu gibi, yine Şaha ve milletime hayırlı bir evlat vermesi için Tanrı'ya dua edeceğim."
Halbuki kıraliçeyi bayıltmak icap etti. İlk sancılar hafif olmak üzere doğumun 2 buçuk saat sürdüğü bildiriliyor.
Şaha ilk müjde Dr. Cihanşah Salih tarafından verilmiştir. Bunun üzerine mesut bir tebessümle gülen Rıza Pehlevi'nin ilk suali şu olmuştur:
-"Kıraliçe nasıl? Yavrumun sıhhi durumu iyi mi?"
NEŞE VE SAADET
Bütün İran'da ve Tahran'da bayram havası devam ediyor. Bütün halk, tasavvur edilemiyecek kadar mesut... Doğumevinin etrafı mahşer gibi kalabalık... Camilerde arzu eden herkese 40 gün 40 gece yemek dağıtılacak. Yoksul çocuklara elbise, ayakkabı veriliyor. Radyolar devamlı yayın yapıyorlar. Cadde ve sokaklarda, elleri bayraklı insan toplulukları şarkı ve marş söyliyerek dolaşıyor.
Ana Kıraliçe bugün, prense nazar boncuklu altın bir madalya taktı. Diğer hediyeler hakkında henüz açıklama yok.
İran tahtının bir erkek evlada kavuşması vesilesiyle bugün, vergilerde yüzde 20 indirim yapılacağı ilan edilmiştir. Yine bugün, ilk defa yerli ve yabancı basın mensupları, doğumevine alınmış, plastik bir cibinlik altında yatan Prens'in resmini çekmelerine müsaade edilmiştir.
SON DURUM
İlgililerin ifadesine göre, Kıraliça Farah Diba, gayet neşeli ve mesut görünmektedir. Bugün ilk defa veliahtı emzirmiştir. Şah da, günün büyük bir kısmını eşinin başucunda geçirmiştir.
Sağlık Bakanı Dr. Cihanşah Salih, Kıraliçenin de, oğlunun da çok iyi durumda olduğunu açıklamıştır.
Bebek, ya bugün, veya yarın Tahran İmamının riyasetinde dini törenle sünnet edilecektir.
Kıraliçenin doğum yaptığı hastaneye bundan böyle "Kıraliçe Farah Hastanesi" denecektir.

2.11.2005

İspanya Arenalarının Uyuz Boğası









2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Milliyet Gazetesinden

İngiliz basınının, İspanya'yı 4-2 yendikleri maçtan sonra Di Stefano ile alay etmesi Real Madrit'li futbolcuları kızdırdı. Puskas'ın hayalindeki takımın forveti: Garrincha, Kocsis, Di Stefano, Pele, Gento
İspanya'nın Wembley'de mağlup olmasından sonra, İngiltere basınının Di Stefano hakkında "İspanya arenalarının uyuz boğası, dişi dökülmüş aslan" tabirlerini kullanması Real Madrid takımı oyuncuları arasında büyük bir infial uyandırmıştır.
Madrid'de etrafını saran gazetecilere Puskaş gülerek şunları söylemiştir: "Ben Macar takımında oynarken haşmetli İngiltere takımına yarım düzine gol atmıştık, ama, gazetelerimizde alay etmemiştik. Çünkü biliyorduk ki, bir takımın mağlup olması, bir oyuncunun kötü oynaması, onun klasını gölgeleyemez. Allah'tan Avrupa Şampiyon Kulüpler şampiyonasında bir İngiliz takımının karşımıza çıkmasını dilerim. Onlara öyle bir ders vereceğiz ki, değil kendileri nesilleri dahi unutamıyacak."
Dİ STEFANO PUSKAŞIN HAYALİNDEKİ TAKIMIN SANTRAFORU
Dünyanın 1 numaralı futbolcusu ağır hücuma uğrayan takım arkadaşı Di Stefano için şöyle konuşmuştur: Di Stefano halen dünyanın en iyi santraforudur. Öyle bir santrafor ki, topla ve topsuz aynı süratle hareket eden ve kaleyi allak pullak eden bir santrafor. Bu futbol üstadı benim hayalimdeki şu takımın santraforudur. Kaleci: Grosics (Macar), Andreadi (Uruguay), Nilton Santos (Brezilya), Bozcik (Macar), Santamaria (İspanya), Ocwirk (Avusturya), Garrincha (Brezilya), Kocsis (Macar), Di Stefano (İspanya), Pele (Brezilya), Gento (İspanya). Garrincha gibi top süren, Gento gibi bir şimşeğin arasında Di Stefano... ve bu forvetin kudretini düşünmek dahi korkunçtur. Aleyhinde yazan İngiliz basınına hak ettiklerini yine Di Stefano verecektir.
ORHAN TÜREL

1.11.2005

Bacaksızın Maceraları










1 Ağustos 1962 Çarşamba tarihli Son Havadis Gazetesinden

31.10.2005

Bu bavulların içinde neler var?















31 Temmuz 1962 Salı tarihli Hürriyet Gazetesinden

28.10.2005

Belinda Lee


30 Temmuz 1962 Pazartesi tarihli Hürriyet Gazetesinden

Belinda Lee, Roma'nın Dolce Vita'sından bir kuyuruklu yıldız gibi gelip geçti. Kısa süren hayatı boyunca yapmadığı şey kalmadı. Güzelliğinin tesirini bilen bir kadındı. Philippe'ye aşık olduğu vakit, onunla evlenmeyi aklına koymuştu. Buna muvaffak olamayınca, intiharı bile göze aldı. (Foto: Hürriyet - M.A.K)

27.10.2005

Puccini


25 Mart 1959 Çarşamba tarihli Zafer Gazetesinden

Puccini
Meşhur İtalyan bestekarı Puccini'nin doğumunun yüzüncü yıldönümü bütün dünyaca kutlanmak üzeredir. Devlet Operamız da bu harekete Turandot Operasının temsili ile katılacaktır.
La Boheme, Manon Lescaut ve Madame Butterfly gibi operalarından parçaları, radyomuzdan dinlemeye pek çok alıştığımız Puccini, "müzik için doğmuştur" denebilir. Bir kere dostlarına şöyle söylemiştir:
"-Eğer hayatta müzik karşıma çıkmasaydı, başka hiç bir iş göremezdim"
İlk operası La Villi, beklenen muvaffakiyeti kazanmamıştı. Fakat naşiri -ki hala ayakta duran bir müessesedir ve birçok şöhretleri teşci etmiştir- Ricordi ona yeni operalar yazmasını teklif etmişti.
HİKMET MÜNİR EBCİOĞLU

26.10.2005

Telstar haberleşme peyki sayesinde Amerika ile Avrupa'da yirmiüç şehir aralarında telsiz telefon konuşmalarına başladılar
















31 Temmuz 1962 Salı tarihli Hürriyet Gazetesinden

200 milyon televizyon seyircisi Telstar vasıtasiyle yayınlanan programları dörtgözle bekliyor
Amerika'nın, fezaya fırlattığı Telstar peyki vasıtasiyle kıtalar arasında yapılan televizyon yayınları ve telsiz konuşmaları, günün mevzuu olmakta devam etmektedir. Her gün Amerika ve Avrupa'da 200 milyon televizyon seyircisi Atlantik aşırı televizyon yayınlarını iple çekmektedir. Telstarla televizyon yayınları, henüz çok kısadır. Zira, Telstar, daha ziyade telsiz telefon konuşmalarını kolaylaştırmak üzere yapılmıştır. Telstar sayesinde, Amerika'nın 23 şehri ile Avrupa'nın 23 şehri arasında telsiz telefon konuşmaları yapılmaya başlanmıştır. Telefon konuşmaları, Amerika'nın herhangi bir şehrinden, dev Andover alıcı istasyonuna tevcih edilmektedir. Andover istasyonu gelen dalgaları kuvvetlendirip Telstar'a göndermektedir. Telstar, aldığı bu sinyalleri 10 milyon defa kuvvetlendirdikten sonra, İngiltere'deki Goonhilly Dawns ve Fransa'daki Plumeur alıcı istasyonlarına aksettirmektedir. Bu alıcı istasyonlar, gelen dalgaları tekrar kuvvetlendirerek başka alıcı merkezlere tevzi etmektedir. Telstar haberleşme peyki, halen Ekvator'la 45 derecelik bir meyil teşkil eden bir yörünge (mahrek) üzerinde hareket etmektedir. Bu yörüngenin, dünyaya en yakın noktası 1000, en uzak noktası da 5700 kilometredir. Telstar vasıtasiyle yapılan telsiz telefon konuşmaları ile televizyon programları büyük alaka uyandırmaktadır. Zira, böylece günün birinde dünyanın herhangi bir yerinde, mesela Amerika'da televizyon programında çalışan bir yıldızı, dünyanın öbür ucundaki televizyon ekranlarında görmek kabil olacaktır. Yukarda Telstarın kendisine gelen dalgaları nasıl yönelttiğini gösteren bir temsili resim görülmektedir.

25.10.2005

Pierre Angeli


15 Şubat 1960 Pazartesi tarihli Zafer Akşam Postasından

Hollywood'dan gelen haberlere göre güzel İtalyan Yıldızı Pierre Angeli, son yılların en muhteşem filmi olacağı iddia edilen yeni bir kurdelada baş rolu oynayacaktır. Resimde halen bu yeni filmin hazırlıkları ile meşgul olan Pierre güzel bir pozunda görülmektedir.

24.10.2005

"Beatle" lardan John Lennon saçlarını kesti


8 Eylül 1966 Perşembe tarihli Hürriyet Gazetesinden

"Beatle" lardan John Lennon saçlarını kesti
HANOVRE, (A.A.) - "Beatle" topluluğundan John Lennon saçlarını kesmiştir.
Bir zarfın içine konan saçlar Lennon'un hayranlarına dağıtılacaktır. Lennon, bu tarihi traşı, Aşağı Saksonya'daki Schwanstedt'de kaldığı otelin berberinde olmuştur.
Bilindiği gibi, Lennon, Michael Crawford'la birlikte "How I Won The War - Savaşı Nasıl Kazandım" adlı filmi çevirmeğe hazırlanmaktadır. Lennon bu filimde bir subayı canlandıracaktır. Lennon'un bu filmi tamamladıktan sonra saçlarını yeniden uzatıp uzatmayacağı henüz belli değildir. Lennon "Saçımın yeni şekli belki eskisi kadar hoşuma gidebilir" demiştir.

21.10.2005

Dördüncü kotada bulunmıyan lüks mallar














10 Kasım 1960 Perşembe tarihli Yeni Sabah Gazetesinden

20.10.2005

Büst kıran öğretmen için


21 Şubat 1964 Cuma tarihli Vatan Gazetesinden

Büst kıran öğretmen için
Camide vaiz dinlemiş. Dinlesin! Vaiz putlara tapanları yermiş. Böylelerinin yeri cehennemdir demiş. Bay öğretmen fırlamış camiden. Koşmuş kitabevine. Atatürk büstlerini almış, oracıkta tuzla buz etmiş. Yakalamışlar, "Vaazın etkisi altında kaldım" demiş savunmasında.
Bugüne dek hep başkaları yaparlardı böyle işleri. Cumhuriyetin 40. yılında bir ilköğretim mensubu Atatürk büstlerini parçalıyor. Bir zamanlar Ticani'lerin, cahil gericilerin yaptıkları işi bir öğretmenin yapmaya kalkışması düşündürücüdür. Biz hep "düşündürücü" dür deriz. Düşünen var mı? Düşünen varsa, ne düşünür nasıl düşünür? Orası bilinmez.
Hani öğretmen topluma öncülük edecekti? Geri kalmış toplumların uyandırıcı gücü öğretmenlerdi hani? Böyle öncülere kaldıysak, yandık demektir. Bir öğretmenin Atatürk büstünü herkesin gözü önünde parçalaması akıl alır bir şey değil. Putları kırıyorum diye büstleri kır. Sonra da "Vaizin sözlerine kapıldım" de.
Şimdi ne diyeceğiz, bu öğretmenin delirdiğini mi? Birden aklını yitirdiğini mi? Hayır. Aklı başında bir adam karşımızdaki. Kendine göre tabii! Vaizin sözleri son damla olmuş. Öğretmenin içindeki duyguları apaçık ortaya dökmesine sebep olan son damla. Hazırmış bu işe. Beslenmiş beslenmesine. Vaiz de "putları kırmalı" deyince harekete geçmiş!.
Mahmut Makal "Ilgaz" dergisinde "Gene o sorun" başlıklı yazısında şöyle diyor: "Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmamızı sağlamak için yaptığı devrimleri her ne kadar yerliyerinde duruyorlar sanıyorsak da, bunların karşıt yöne doğru gerisin geri götürülmekte olduklarını yadsımak da elimizden gelmiyor". Makal, bir eğitimci, bir yazar, yurt gerçeklerini bilen bir aydın. "Ya ilkokuldaki din dersi, ya oradaki dört milyon çocuk? Ya öğretmen okullarından yabancı dilin kaldırılarak yerine din dersi konulması! Sözü uzatmanın gereği yok bir bakıma. Füze çağüında füze hızıyla ilerleyen uygarlık düzeyine erişmek için, altımızda topal eşek bile yok. Yerinde bir deyimle, eller aya, biz yaya.."
Bir ilkokul öğretmeni Ata'nın büstünü put sanıp parçalıyor. Öte yandan bir ilkokul müfettişi acı gerçekleri gözönüne seriyor. Biliyorum, vaize kapılan öğretmen gibileri pek az, çoğunluk Makal gibilerinde. Böyle olmasa bugün çoktan ortaçağ karanlığına gömülmüştük, ağzımızı açamaz, kalemimizi oynatamaz olmuştuk. Bir 28 Nisan, bir 27 Mayıs aydın gücünün yaptığıdır. Böyle yapıtlar yarına güven duymamızı sağlıyor. Üç beş hasta ruhlu insanın varlığı bu güveni sarsamaz. Olsa olsa o hastaları iyileştirmek, o çeşit hastalıkların kökünü kazımak gereğini duyurur. O kadar.
OKTAY AKBAL

19.10.2005

Hariciyecilerin Eşi, müstesna Türk hanımı olmalı imiş


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Hürriyet Gazetesinden

Hariciyecilerin Eşi, müstesna Türk hanımı olmalı imiş
Ankara, 2 (Hususi) - Cumhuriyet Senatosunda bugün Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken, AP sözcüsü Fethi Tevetoğlu, yaptığı konuşmada, Türkistanlı Türklere temas ederek, "Komünist Çin'in devletler hukukunu ve insan haklarını hiçe sayan ölçüsüz saldırışları karşısında şüphesiz sempatimiz ve iyi niyetlerimiz, Milliyetçi Çin'le beraberdir. Ancak, hak bilmez komünizm karşısında, bu hür Çinlilerin uğradıkları haksızlığı bizzat Türkistanlı kardeşlerimize reva görmemelerini de temenni ediyoruz" demiştir. Hatip, Irak'taki Türklere de temasla bu memleketteki Türklerin gayrimenkullerini satmaya zorlandıklarını söylemiş ve haklarının korunmasını istemiştir.
TEMENNİ
AP sözcüsü, bu arada Dışişleri memurları üzerinde de durmuş, bunların memleket gerçeklerini bilmelerinin şart olduğunu, bazılarının "dilsiz ve sağır" diye vasıflandırılabilecek kadar ehliyetten mahrum bulunduklarını söylemiş, Hariciyecilerimizin "Memleket gelenek, görenek ve adetlerine vakıf olmaları" temennisinde bulunmuştur.
İSTEK
Sözcü bundan başka, Namık Yolga'nın eşine de, isim vermeden temas etmiş, Hariciye memurlarının eşlerinin de "Müstesna Türk hanımlarından seçilmesi" isteğinde bulunmuştur.
YTP adına Sabahattin Adalı yaptığı konuşmada, yabancıların Türkiye'yi ihtilal memleketi olarak gördüklerini, bunun giderilmesine çalışılmasını ve ayrıca dış memleketlerde iyi tanıtılmamız gerektiğini söylemiştir.

18.10.2005

Hacıbayram Camiinin kandilleri yanmıyor


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Ekspres Gazetesinden

Hacıbayram Camiinin kandilleri yanmıyor
Adak için gelen yüzlerce ampule rağmen Hacıbayram Camiinin kandillerinin yarısı yanmamakta, vatandaşların Diyanet İşlerine bu yoldaki ihbarları neticesiz kalmaktadır.
Ramazan dolayısıyle bütün camiilerin kandilleri tamam olduğu halde, Hacıbayram Camiinde durum bunun tam aksinedir. Şöyle ki, iki şerefeli minarenin birisinde yanan birkaç ampulden başka, bütün lambaları eksiktir. Ankara'nın en tanınmış camii ve turistler tarafından en fazla ziyaret edilen ibadethanesi olan Hacıbayram'ın bu durumu halk tarafından üzüntü ile karşılanmaktadır. Vatandaşların bu yoldaki Diyanet İşlerine yaptığı bütün ihbarlar neticesiz kalmaktadır.
Öte yandan, Hacıbayram Camiine adak adayanlar tarafından her Cuma günü yüzlerce ampul getirilmektedir. Bu ampullerin ne olduğu konusu, bu durum karşısında ilgililerden sorulmaktadır.

17.10.2005

Ne Memleket


2 Şubat 1963 Cumartesi tarihli Akşam Gazetesinden

Ne Memleket
İngiliz Milletler Topluluğu içinde bağımsızlığına yeni kavuşan Jamaika (Karayip denizinde bir adadır) Meclisinde bir senatör memleketi hakkında şu ilgi çekici açıklamayı yaptı:
10 Jamaikalıdan ikisi annesini tanımamaktadır.
10 Jamaikalıdan üçünün adı yoktur.
10 Jamaikalıdan dördü kaç yaşında olduğunu bilmemektedir.
10 Jamaikalıdan beşi cahildir.
10 Jamaikalıdan yedisi babasını tanımamaktadır.
10 Jamaikalıdan altısı gayri meşru doğmuştur.

13.10.2005

Katanga'da Baluba'lar huzursuzluk çıkarıyor

20 Ekim 1961 Cuma tarihli Ulus Gazetesinden







ELIZABETHVILLE, 19 - Katanga Hükümeti Elizabethville'deki Birleşmiş Milletler teşkilatına Elizabethville şehrinin dışında kurmuş oldukları Baluba yerlileri kampını dağıtmak için 24 saat mühlet vermişler ve bu kamp dağıtılmadığı taktirde bu işi Katanga kuvvetleri tarafından yapılacağını bildirmiştir.
Bu ultimatoma sebep Çarşamba günü Baluba yerlilerinin giriştikleri terör hareketlerinden ileri gelmiştir. Ayaklanan Baluba yerlileri yüzlerce kişiyi sakatlamışlar ve en az yüz kişinin ölümüne sebebiyet vermişlerdir. Ölenler arasında Katangalı bir polis teşkilatı generali ve iki polis subayı da bulunmaktadır.
Bu hususta bugün bir açıklama yapan Katanga Dışişleri Bakanı Everuste Kimba bir tek Katangalının daha öldürülmesi halinde hiçbir acıma hissi olmadan hareket edileceğini ve buna Birleşmiş Milletler teşkilatının da mani olamıyacağını bildirmiştir.

12.10.2005

Gülen Kazanıyor
























9 Eylül 1966 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

11.10.2005

Laleli Lale Gazinosu
























20 Ekim 1961 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

10.10.2005

En son çıkan COLUMBIA plakları
























2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Hürriyet Gazetesinden

7.10.2005

Alkışlarız



















2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Milliyet Gazetesinden

Alkışlarız

Bir kalemde yüzkırkyedi üniversite hocasının kovulmasına dair olan karar yeniden gözden geçirilecek...

Bu büyük bir müjdedir. Eski iktidar yaptığı hataları düzeltmeyi afisine yediremezdi. Yediremiye yediremiye, yendi gitti... Devlet işlerinde esneklik, anlayış ve iyi niyet şarttır.

Devlet Başkanı Cemal Gürsel de ve Milli Birlikçilerin büyük bir çoğunluğunda yapılan hatayı kabul etme olgunluğu ve büyüklüğü mevcuttur. Bir hata yapılmış, hata olduğu isbat edilmiş, hatayı düzeltme yoluna gidiliyor... Bu modern ve sağlam anlayış, memleket için ne güzel bir sigortadır. Eskiden böyle miydi? İnadım inat, burnum iki kanat denir ve başka bir şey denmezdi.

Hatalar ortaya kondukça, hatayı tamir yerine, hataların açıklanmaması için baskı kanunları çıkarılırdı. O baskı kanunları yetmez ve daha başka baskı kanunları çıkarılırdı... Gazetecilere:

-Bizim barajları yazacağınıza, hatalarımızı yazıyorsunuz. Tiraj arttırmak için mi yapıyorsunuz bunları, denirdi.

Hatayı kabul etme yerine, gazetecileri tehdit tercih edilirdi.

Bugün milletçe memleket meseleleri üzerine müşterek eğiliyoruz. Birbirimizi uyarıyoruz. Vatanın selameti için en müsbet rotayı arıyoruz. Basının da, iktidarın da rolleri en berrak şekilde ortaya çıkıyor. Karşılıklı fikir kıvılcımları, gerçeğin meş'alesini yakıyor...

Biz hata yaparız ama asla düzeltmetiz, sözü ve inadı, hırçın bir çocuk dedimciliğinden başka bir şey değildir. Yanlış hesap Bağdat'tan döner. Menderes'in hesabı, Bağdat'a kadar gidemedi. Yassıada'dan döndü. Bir hesap yanlışsa mutlaka bir yerden döner... Bu hesabı ben yürütürüm gibi bir iddia, yerçekimi kanununu tersine çevirmiye kalkmak kadar manasızdır.

Milli Birlikçilerin bazıları, zannediyoruz ki, etraflarında dolaşanların sözlerine biraz çabuk inanıyorlar. Yüzkırkyedi üniversite hocasının kovulmasında kimlerin rolü olduğu açıklansa, hangi cereyanların nerelerde anafor çevirdiği derhal anlaşılır...

Böyle tesirlere karşı zırhlı bulunmak, memleket kaderini ilgilendiren çok önemli kararları, dikta rejimlerinde olduğu gibi tek başına vermek ve bu çeşit hata paylarını azaltmak için istişari bir Meclis'e gitmek de çok faydalı olacaktır.

Bu Meclisteki görüşmeler halk efkarı önünde cereyan edeceği için, her kararın nedeni, niçini ortaya çıkacak, tüyleri diken diken eden sürprizler tekrarlanmıyacaktır...

Üç gün önce gazete manşetlerini nasıl bir ruh kararmasıyle okumuşsak, dün sabah da manşetlere bakınca gönlümüzce kıvanç rüzgarları esti...

Bir kere daha anladık ki Türkiye namuslu, dürüst, vatansever ve olgun insanların elindedir.

Çetin Altan

6.10.2005

Güzel Konuşuyorlar


1 Ağustos 1962 Çarşamba tarihli Son Havadis Gazetesinden

Güzel Konuşuyorlar!
AP kongrelerinde konuşan hatiplerin sözlerini okuyorum. Güzel konuşuyorlar! Zannedilir ki uzun bir maceradan sonra yapılan bu kongrede konuşanlar kendilerine hakim olamaz, aşırı konuşurlar.
İçimdekini söyliyeyim: Böyle yapsalarda mazur görürdüm! İnsanoğlu sabır taşı değildir. O bile çatlıyor. Örsün altına ateş haline sokularak dövülen demir bile etrafa kıvılcımlar saçıyor.
AP hatipleri biraz ateşli, biraz tavizli konuşabilirlerdi. Muhalefettedirler. Bunu yapmak haklarıdır. Yapamıyorlar. Aklın tuttuğu, ışıklı en doğru yoldan yürüyorlar. Halkın mizacı olan doğruluk ve açıklık onlarda da var. Bazan atasözü olmaya layık birkaç cümle ile gerçeği meydana koyuyorlar ki.. Bu isimsiz hatiplere, bu tanınmamış siyaset adamlarına şaşıyorum.
*
İçlerinden biri halkın iktisadi durumunu anlatırken şöyle diyor:
-Yamalar arttı. Çarıklar giyilmeye başlandı!
Biz buna edebiyatta türlü isimler veririz. "Teşhis ve İntak" deriz. İcaz deriz. En doğrusu "Belagattir". Yani hale mutabakat!
Bir başka hatip siyasi anlayış bakımından Anayasa Hukuku profesörlerinden daha iyi görüyor. Yaptığımızla düşündüğümüz arasındaki tezatları gösteriyor:
-Anayasa kanunla korunmaz, böyle şey olur mu?
diyor. Kanunların haklarımıza, hürriyetlerimize uygunluğunu Anayasa gösterir. Fakat bunu Anayasaya kanunlar göstermez. Anayasa bir bütündür. Öbürleri onun sonuçları!
*
Fakat niye böyle düşünüyorum? Herşeyde ölçümüz halk değil midir? Dilde ölçümüz halktır. Temiz Türkçe yazmak için halkın dilini kullanırız. Kelimelerimizi ondan alırız. Kaideleri o meydana getirir. Sanatta örneğimiz odur. Motiflerimizi ondan alırız. Harsimizin kaynağı odur. Örfleri o meydana getirir. Milli karakterimizi o gösterir. Politikada niçin olmasın?
Ama gerçek dürüst, namuslu, insaflı, vicdanlı politikada!
*
Antalya'da AP kongresinde konuşan bir hatibin tenkitlerini okudum. Fakat, bunu benden ziyade insaflı CHP'lilerin okuması doğru olurdu. Hatip şöyle diyor:
-CHP'nin seçim arifesindeki sözlerini hatırlayın. Evsizlere ev, işsizlere iş, susuzlara su, parasızlara para diyorlardı. Tahakkuk eden tek şey varsa İnönü'nün: "Bıraktığım yerden başlıyacağım" demesi ve 8 ayda memlekette saatleri bir saat ileri götürmesidir.
*
Doğru! Hatta bu da Temmuz'da oldu. Belki Devrimcilik icabıdır. Madem ki herşeyde bu kadar geriyiz. Saatlerimizi ileri alarak hep birden ilerleriz diye düşünmüş olabilir.
Buna da razı olacağım ama, ama bari şu İstanbul'da halka vaktini göstermek için umumi yerlerdeki saatlerin ayarları doğru olsa!
Eskiden beri bu şehrin hastalıklarından biri bu ayarsız saatlerdir. Üzerlerine band yapıştırılmış bozuk saatleri bir yana bırakıyorum. İşleyenler iktidarın politikası gibi halkı şaşırtmadan fazla bir şeye yaramıyor. Koalisyondaki partiler gibi aralarında fark var. Medeniyet kervanına yetişmek şöyle dursun, vapura, trene yetişmek istiyenlere bile, vapuru treni kaçırtırlar.
*
Belki de bir saat ileri alma bunun içindir. Nasıl olsa ayarlar bozuk. Yaz kış saatleri birbirine karışırsa farkına varmayız. Partilerimiz de böyle olmadı mı? Halk Partisi etrafında birbirine karıştı. Şimdi ne yaptıklarının farkına varamıyorum!
ORHAN SEYFİ ORHON

5.10.2005

Gülbenkyan bir dava için üçyüzbin lira sarfetti


31 Temmuz 1962 Salı tarihli Hürriyet Gazetesinden

Gülbenkyan bir dava için üçyüzbin lira sarfetti

Londra, 30 - Milyarder Nubar Gülbenkyan, dün burada BBC Televizyon İdaresine karşı açtığı davayı kazanmış ve aynı zamanda da bu dava yüzünden 300 bin lira zarara uğramış olduğunu açıklamıştır. Tanınmış Ermeni zengini, kazandığı dava sonunda, mahkemece kendisine BBC tarafından ödenecek 50 lirayı ne yapacağını bilemediğini de ilave etmiştir ve:
-"Dereyi görmeden paçayı sıvamıyayım" demiştir. "Henüz 50 lirayı almış değilim."
300 BİN LİRA MASRAF
Gazeteciler bu dava dolayısıyle yaptığı üçyüzbin lira masraf için ne diyeceğini sorduklarında, Gülbenkyan: "O hesabı da faturayı yolladıkları zaman ödeyeceğim." demiştir.
Bu mahkeme dolayısiyle Gülbenyan'ın sarfettiği üçyüzbin liralık meblağa, dört gün süren muhakeme boyunca kendisine ve avukatlarına getirttiği mükellef öğle yemekleri için harcadığı 3750 lira dahil değildir.
Yargıç Glyn-Jones cumartesi günü kararı okumuş ve Yüzyüze adı verilen bir televizyon programına çıkan Nubar Gülbenkyan'a bu televizyon filminin kopyasını vermemek suretiyle BBC'nin yaptığı akde riayetsizlik göstermiş olduğunu söylemiştir.
Mahkeme, BBC televizyonunu dava eden Gülbenkyan'ın bütün iddialarını haklı bulmuş, fakat mahkeme masraflarını da bu arada davacıya yüklemiştir.
Mahkemeden sonra gazetecilerle konuşan Gülbenkyan 50 TL bir tazminat koparabilmek için 300.000 lira harcamanın akıllıca bir iş olup olmadığını soran gazetecilere: "Bu para meselesi değil, prensip meselesidir. Ben neticeden ziyadesiyle memnunum" demiştir.

4.10.2005

THK uçakları Samsun'luları gezdiriyor


30 Temmuz 1962 Pazartesi tarihli Hürriyet Gazetesinden

THK uçakları Samsun'luları gezdiriyor
Samsun, 29 (Hususi) - Havaalanı işletmeye açıldı açılalı hiç bu kadar kalabalık olmamıştı. Minibüsler şehrin en yüksek düzlüğündeki havaalanına habire insan taşıyorlardı. Filhakika uçak Samsunlular için yeni bir şey değildi ama bugünün hususiyeti başka idi. Türkkuşu'ndan bir filo gelmiş ve isteyenleri, şehir üzerinde bedava gezdiriyordu. Bu sebeple minibüslerle yokuşu tırmanan çocuklar, gençler, yaşlılar birbirlerine tepelerinde uçan uçakları göstererek, "-Acaba bize sıra gelecek mi?" diye göğüs geçiriyorlardı.
Türk Hava Kurumu 1950 yılından evvel birçok vilayetlerde olduğu gibi burada da kesif bir faaliyet göstermiş, planör kurslarına katılan gençlerden birçoğu bröveler almış, hatta bunlardan bazıları da bilahara havacı olmuşlar. Sonradan bu faaliyetler tamamen durmamış ve "Modelcilik Kulüpleri" ile gençler arasında bu güne kadar devam ettirilmiştir.
SIRAYA GİRDİLER
Herhalde Samsunluların Türk Hava Kurumu'nun uçaklarına olan düşkünlükleri buradan geliyordu. Uçakların biri inip biri kalkıyordu. Çocuklar, genç kız ve erkekler, yaşlılar sıraya girmiş uçacakları anı bekliyorlardı. Sıranın başında yaşlı bir erkekle kadın duruyorlardı. Daha doğrusu birbirlerinin eteklerini çekiştiriyor, kulaklarına eğilip bir şeyler söylüyorlardı. Yanlarına sokulduğumuz zaman bunların karı-koca olduklarını ve birbirlerini uçağa binmek için teşvik ettiklerini anladık.
Kadın, "Adam, sen yıllar yılı dağlarda gavur kovaladın, gavur tepeledin" diyor, kocasını öne sürüyordu.
TANSİYON MESELESİ
Sonradan 60 yaşında olduğunu ve gerçekten Balkan Harbi sırasında dağlarda eşkiya kovaladığını öğrendiğimiz Sabri Akyazıcı da karısına; "-Hanım, aslına bakarsan bir karış boyunda olduğu için çekiniyorum. Şöyle etli butlu bir şey olsa gözümü kırpmadan binerim. Hem biliyorsun, benim tansiyonum var" diye cevap veriyordu.
Bu konuşmadan sonra kendilerine biraz daha yaklaşarak söze karıştık. Gazeteci olduğumuzu, uçağa binerlerse fotoğraflarını çekeceğimizi söyledik. Aslen Yugoslavyalı, Köprülülü olan karı-kocadan 60 yaşındaki Hilmiye Akyazıcı bunu duyunca kocasının önüne geçti. "Ben bineyim de sen de seyret teyyareye nasıl binilirmiş" dedi.
O sırada uçak önlerine gelmişti. Hilmiye Akyazıcı çarşafını beline sardı ve bir genç kız çevikliği ile bir sıçrayışta pilotun arkasındaki yere geçip oturdu.
NEDE OLSA KORKUYOR
Başına meşin başlığı geçirdi. Yan taraftaki kapıyı kendi eliyle kapadı ve el sallamaya başladı. Fakat itiraf etmek lazımsa Hilmiye Akyazıcı, bugüne kadar uçağı sadece havada gördüğü için bütün gayretine rağmen korktuğunu gizleyemiyordu. Yüzünün rengi daha uçağa oturur oturmaz uçmuştu. Uçak Samsun üzerinde iki tur yapıp döndüğü zaman Hilmiye Akyazıcı'nın memnuniyeti sonsuzdu. "Bütün tarlaları, tarlalardaki mısırları, tütünleri, bütün evleri ve denizi gördüm. Allah sizden razı olsun. Yanımıza gelmeseydiniz, sıramızı bırakıp gidecektik. Allah devlete, millete zeval vermesin. Bu sayılı günlerimde teyyareye de bindim" diyordu.

3.10.2005

Ring kralları şimdi ne alemde


25 Mart 1959 Çarşamba tarihli Zafer Gazetesinden

Ring kralları şimdi ne alemde
*ROCKY MARCIANO - Ezzard Charles'dan sonra dünya ağır sıklet boks şampiyonu olan ve bu unvanı oniki sene kadar muhafaza eden Rocky Marciano halen boksu tamamiyle bırakmış vaziyettedir. Eski şöhret bir daha ringe dönmeyeceğini kat'i bir lisanla ifade etmektedir. Son defa yaptığı maçta belinden çok mühim bir sakatlık geçiren Marciano'nun hali vakti yerindedir. Şimdilik bir meşguliyet olsun diye ufak çapta ticaretle uğraşmaktadır. Eski boksörün bazı şirketlere hissedar olduğu da söylenmektedir. Marciano, daha evvel, Ezzard Charles ile yaptığı bir maçta da çok mühim bir arıza geçirmiş ve burnu yarılmıştı. O zaman boksu muvakkaten bırakan şampiyon karısının arzusu üzerine ikinci arızayı müteakip ringe ebediyen veda etmiştir.
*RAY ROBINSON - Birinci defa Randolph Turpin'e, ikinci ve üçüncü defa da Bobe Olson'a, dördüncü defa Gene Feell'e şampiyonluğunu kaptıran, fakat her defasında tekrar orta sıklet boks şampiyonluğu tacını geri almasını bilen Ray Robinson halen bir kabare işletmektedir. Robinson gece klubünü Randolph Turpin'e mağlup olduktan sonra açmış bulunuyordu. Şampiyon bir müddet sonra bu gece klubünü kapatarak tekrar ringe dönmüştür. Kendisi şimdi arasıra hafif antrenmanlar yapmakla beraber boksu bırakmış gibidir.
*RANDOLPH TURPIN - Ray Robinson'u mağlup ederek kısa bir müddet dünya orta sıklet boks şampiyonluğu tahtına oturan Randolph Turpin halen İngiltere'de bulunmaktadır. Boksu tamamen bırakmış olmamakla beraber müsabaka yapmamaktadır. Bazı antrenmanlara nezaret etmekte olan boksörün tekrar ringe dönmeyeceği söylenmektedir. Eski şampiyon kuvvetini muhafaza etmekle beraber, refleks kaabiliyetini, yaşlanmış olması dolayısile bir dereceye kadar kaybetmiştir.
Turpin'in Amerika'ya yerleşeceği de rivayet edilmektedir.

28.09.2005

Odunu tüfek gibi gösterip kamyon soydular


31 Temmuz 1962 Salı tarihli Hürriyet Gazetesinden

Odunu tüfek gibi gösterip kamyon soydular
Muş, 30 (Hususi) - Doğu'da seri halinde devam eden soygun hadiselerinden ilham alan merkeze bağlı Avzut köyünden Zübeyir ve Adil Demirel adında iki kardeş, gece yarısı Bitlis-Muş yolunda pusuya yatarak Van'dan gelmekte olan şoför Fahri Akkul'un kullandığı Van 86852 plakalı kamyonu durdurup soymuşlardır.
GECE KARANLIĞINDA
Gece karanlığında tüfek şeklinde iki odun parçası ile şoför ve yanındaki iki yolcuyu tehdit edip aşağı indiren soyguncu kardeşler: "Kıpırdamayın, hepinizi yakarız" diye bağırmışlardır.
Silahlı zannettikleri iki şaki karşısında itaat etmek zorunda kalan müteahhit Ethem Kayaçelebi, üzerindeki 650 lira ile kol saatini, diğer yolcu Muzaffer Bal da kol saatini çıkarıp vermişlerdir. İki kardeş, şoförün üzerinde para, işe yarar eşya bulunmadığından kendisine dokunmamış, ancak yolculardan aldıkları para ve saatlerle birlikte ortadan kaybolmuşlardır.
YAKALANDILAR
Olayın ilgili makamlara intikali üzerine Vilayet Jandarma Kumandanı Yarbay Cihat Baykal emrindeki müfreze kısa bir takipten sonra odunla kamyon soyan iki kardeşi yakalamış ve adli makamlara teslim etmiştir. Şaki özentisi kardeşler, sorgularını müteakip tevkif edilmişlerdir.

27.09.2005

Mühendisler Balosu



















15 Şubat 1960 Pazartesi tarihli Zafer Akşam Postasından

Mühendisler Balosu
Mühendislerin yıllık an'anevi balosu evvelki akşam Ankara Palas salonlarında kalabalık bir davetli topluluğunun huzurunda yapılmıştır. Resimde sabaha kadar devam eden balodan bir an görülmektedir.

22.09.2005

Spor-Toto'da 137 bin lirayı Üsküdarlı Şerife Hanım aldı


10 Kasım 1960 Perşembe tarihli Yeni Sabah Gazetesinden

Spor-Toto'da 137 bin lirayı Üsküdarlı Şerife Hanım aldı
Üsküdar'ın mütevazi mahallelerinden İhsaniye'nin Tosunpaşa sokağında üç katlı bir evin en üst katındayız. Kapı zille beraber açılıyor. Karşımızda esmer uzun boylu bir adam, geri planda aynı yaşta başka bir şahıs, yaşlı bir hanım ve iki çocuk var. Mütereddit soruyoruz:
-Şerif Bey evde mi?
Sual gülüşmelere vesile oluyor. Eşikte şaşkın bakınırken divanda oturan güleç ve nur yüzlü yaşlı hanım imdadımıza yetişiyor:
-Buyurun, buyurun, Şerif Bey yok ama ben de size istediklerinizi verebilirim
diyor ve ilave ediyor;
-Oğlum, bir isim yanlışlığı olmuş, ben Şerife Sirvana'yım, aradığınız insanım.
Toparlanıyor ve geçen hafta, Spor-Toto'da ödenen meblağlar arasında rekor teşkil eden 137.000 liranın sahibinin bir erkek değil, altmış yaşında bir hanım olduğunu anlıyoruz. Bizi buyur edip köşesine çekildi ve sıraladığımız sualleri cevaplandırmaya başladı:
-Ne zaman oynamaya başladınız?
Yumuşak ve heyecansız bir sesle
-Bu yıl
diyor.
-Kaç liralık oynuyorsunuz?
-Bu yıl başladık ama bu oyun bizi fena sardı ve her hafta en az elli liralık oynamaya başladık. Bu hafta evce seksen liralık oynamıştık.
-Peki kağıdınızı kendiniz mi doldurmuştunuz?
-Ahmet (Kapıyı açan esmer adamı gösteriyor) kağıtları getirir, ben söylerim o yazar!!?
Evin sahibi, Şerife Hanımın dayıoğlu, aynı zamanda kayınbiraderi olan Ahmet'in sözleri bizi daha çok hayrete düşürüyor:
-Bu evde oynayabilecek dört kişi var. Biz kolay maçları doldururuz. Bütün kritik ve büyük takımların maçlarının neticeleri ise yengemin inhisarındadır.
Gayri ihtiyari, futbol otoritesi geçinen fakat bir türlü yediyi, sekizi aşamayanları düşünüyor ve gülümsüyoruz. Kaide yine şaşmamıştı ve devlet kuşu yine bu sporla alakası olmayan bir kimsenin başına konuyordu.
Cengiz KUBAN

21.09.2005

Klasik eğlence yerlerine ilgi azalıyor


21 Şubat 1964 Cuma tarihli Vatan Gazetesinden

Klasik eğlence yerlerine ilgi azalıyor
Batı şehirlerindeki müzikhol, gece klubü, gazino gibi çeşitli türdeki eğlence yerleri müşteri çekebilmek için binbir türlü oyunlara başvuruyor.. Bulunan her numarada tabii gariplik başta gelmekte. Almanya'da ciddiliği ile tanınan büyük bir gazinoda müşterilerinin yavaş yavaş çekildiğini görünce diğer eğlence yerlerine uymak zorunda kaldı. Gazinoda şarkı söyleyen genç kız Strip Tease'in tahrikini gölgede bırakan numaralar yaparak müşterilerin ilgisini çekmeye çalışıyor. Fakat gazinonun eski ciddi havasından kurtulamayan piyanist yeni numaralardan pek hoşlanmışa benzememekte. Resimde ciddi piyanistle, şarkı söyleyerek soyunan genç kız görülmektedir.

20.09.2005

Azılı bekarlar listesinden silindi


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Hürriyet Gazetesinden

Azılı bekarlar listesinden silindi
Brigitte Bardot'nun eski nişanlısı, Juliette Greco'nun sabık sevgilisi ve Fransa'nın bir numaralı çapkını gitarist Sacha Distel de nihayet dünya evine girmiştir. Sacha, esmer güzeli Fransız film yıldızı Francine Breaud ile evvelki gün İsviçre'nin kayak şehri Megeve'de evlenmiş ve adı "Azılı Bekarlar" listesinden silinmiştir. Resimde Sacha ile Francine nikahtan sonra görülüyorlar.

19.09.2005

Cinsel Takvim


3 Şubat 1963 Pazar tarihli Ekspres Gazetesinden

Takvimler nasıl kullanılacak?

Uzun etüd ve incelemelerden sonra hazırlanan takvimleri yayınlarken bu yerde de takvimlerin nasıl kullanılması gerektiğine dair devamlı olarak bilgi vereceğiz.

Yandaki sütunda görülen takvim iki bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölüm aybaşlarının ilk gününü, ikinci bölüm ise gebe kalma ihtimalinin tedricen yüzde yüze kadar yükseldiği günleri göstermektedir.

Çocuk yapmamak isteyenler aybaşı oldukları günün karşısında görülen iki tarih arasında cinsi temasta bulunmamalıdırlar.

Bunun için yatak odasındaki bir takvimin tarihlerinin üzeri unutulmamak için işaretlenmelidir.

Çocuk yapmak isteyenler ise önce doktora muayene olup fiziki bir arıza yoksa aybaşı oldukları günün karşısındaki tarihler arasında cinsi münasebette bulundukları takdirde yüzde doksan hamile kalırlar. Bu bakımdan bu tarihler çocuk isteyenler için elverişli çocuk istemeyenler içinse en tehlikeli günlerdir.

16.09.2005

13'ün Uğursuzluğu















2 Şubat 1963 Cumartesi tarihli Akşam Gazetesinden

13'ün Uğursuzluğu
Önceki gece Site Tiyatrosunda Münir Özkul, Suna Selen, Senih Orkan ve arkadaşlarının oynadığı "Şaşkın Diktatör" isimli komediyi seyredenler arasında, Ramazan dolayısıyla programlarını tatil etmiş olan Zeki Müren de vardı. En ön sırada oturan Müren, oyun boyunca en çok gülen seyircilerden biriydi. Hemen belirtmek gerek ki Şaşkın Diktatör piyesi 13 rakamının uğursuzluğu konusunda çeşitli olaylarla doludur.
Oyun bittikten sonra piyes boyunca 13 rakamı ile uğraşmış olan artistler halkı selamlamak için sahnede toplandıkları sırada 13 rakamının uğursuzluğuna bir defa daha inandılar. Olay şöyle oldu: Zeki Müren'in elindeki vestiyer fişinin numarası da 13'tü. Zeki Müren bunu sanatkarlara göstererek alkışlarken perdenin ipi koptu ve Site Tiyatrosu sanatkarları sadece yarım kanadı açılabilen garip bir perdenin önünde halkı selamlamak zorunda kaldılar.

15.09.2005

HULUSİ KAZAK ER

























20 Ekim 1961 Cuma tarihli Ulus Gazetesinden

14.09.2005

Futbolun İhaneti
























9 Eylül 1966 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

Futbolun İhaneti
Gazete sayfalarından resmi kesilip saklanan, ciklet ve çikolata ambalajlarından çıkan portresi itina ile biriktirilen, sporseverlerin hafızalarında ihtişamla saltanatını yıllarca sürdüren kaptan Turgay, Rapid-Galatasaray maçının ikinci yarısının başında yediği dördüncü golden sonra maçın kalan kısmını saha kenarından takip etti.
Avuçlarının arasına sıkıştırdığı başından geçenler, her keresini şan ve şöhretin süslediği eski film gibi ihtişamlı mazisi değilse, nankörlük devresine kadar getirip dayattığı futbola karşı esef ve kırgınlık olmalıdır. Yıllardır rahatça kurtarılan şütleri, son haftalarda yenilen goller olarak Turgay'ın kalesinden çıkarması, ünlü futbolcunun, futbolun ihanetine uğradığının işareti olarak kabul ediliyor. Bir tarihin kapanmak üzere olan son sahifeleri önünde, sporsever heyecanının biraz sabırlı ve saygılı olmasını beklemek, sıranın üstünde düşünen adamın hakkı olması lazımdır.

12.09.2005

Haldun Dormen Küçük Sahne
























20 Ekim 1961 Cuma tarihli Hürriyet Gazetesinden

9.09.2005

Sana


2 Kasım 1960 tarihli Hürriyet Gazetesinden

8.09.2005

6-7 Eylül hadiselerinin dünkü duruşmasında Köprülü "müretteptir" dedi (2)

Önceki gönderinin devamı
HİKMET BİL'İN İFADESİ
Saat 9.35'de, birkaç celsedir bulunamıyan Beyrut Basın Ataşesi Hikmet Bil'in şahit olarak dinlenmesine geçildi. Yeminin yazılı olduğu kağıt bulunamadığından bu yemini başkan evvela okudu, Hikmet Bil de tekrarladı.
Hadiseler sırasında Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin başkanı bulunan Hikmet Bil, 6-7 Eylül olayları hakkında bildiklerini anlatmaya başladı. Bil, 6 Eylül günü saat 8.30'da "Menderes'in Hususi Kalem Müdürü Muzaffer Ersü vasıtasıyle kendisini Adliye Sarayının açılışına davet ettiğini" söyledi. "Törenden sonra Menderes'in, otomobiline binerken 15-20 metre uzakta bulunmasına rağmen kendisini çağırarak arabaya aldığını, hatta bunun için de Adliye Vekili veya Valiyi otomobilden indirdiğini" ilave etti.
Hikmet Bil bu sırada düşük Başbakanın, Londra'da bulunan Zorlu'dan aldığı bir şifreden bahsederek, "Konferansta Türk heyetinin vazifesinin Türk tezini savunmak olduğunu söylediğini" belirtti. Tanık, Zorlu'nun "Daha aktif olunması" yolunda bir talepte bulunduğunu Menderes'in kendisine söylediğini de ilave etti.
KANTARIN TOPU KAÇMIŞTI
Yüce Divan Başkanı şahite, hadiselerin bir tertip olup olmadığına dair bir sual sordu. Bil, Menderes'in "aktif olmak" tabiri ile Yunanistan ve İngiltere nezdinde diplomatik temaslar yapılacağını zannettiğini, o gün, 6-7 Eylül'ün tertip olabileceğini tahmin etmediğini söyledi ve gece vilayete gittiğini hatırlatarak oradaki manzarayı şöyle anlattı:
"Solda Namık Gedik telefonla konuşuyordu. Telefonun diğer ucunda bulunan Mükerrem Sarol'a (Sizin bildiğiniz gibi değil, şehir yandı yıkıldı) diyordu."
Hikmet Bil, bundan sonraki intibalarına dayanarak, hadiselerin bir tertip olduğunu ifade etti ve "Kantarın topu kaçmıştı" dedi.
...
HACOPULOS'UN İFADESİ
45 dakika süren Hikmet Bil'in ifadesinden sonra düşük İstanbul milletvekili Hacopulos'un ikinci defa dinlenmesine başlandı. Başkan şahite vaktiyle BMM'de uzun uzun konuştuğu halde Yüksek Adalet Divanı huzurunda kısaca konuşup "savuştuğunu" hatırlattı ve 12/9/955 tarihli zabıt ceridesinden Hacopulos'un meclisteki konuşmasını okuttu. Hacopulos burada hadisenin tertipli olduğundan polisin seyirci kaldığından bahsediyordu. Şahit, geçen defa dinlenirken olduğu gibi başkan tarafından sual sorulmadıkça birşey söylememek yolunu tuttu. Zabıtlar okunup, eski sözleri ortaya çıktıkça bunları kabul etti.
...
KÖPRÜLÜ'NÜN İFADESİ
Saat 10.45'te başsavcı Egesel'in talebi üzerine, Fuat Köprülü'nün, Yeni Sabah Gazetesinin 23 Haziran 1960 tarihli nüshasında neşredilen beyanatının okunmasına karar verildi. Köprülü bu beyanatında 6-7 Eylül'ün, Zorlu'nun ilhamı ve Menderes ile Gedik'in tertipleri ile vukua geldiğini bildiriyordu. Yazının okunmasından sonra Köprülü "Yanlışlar, suitefsirler var" dedi. Başkan kendisine, tanık ve sanık olarak verdiği ifadelerin farkları hatırlatıldığı zaman da aynı şekilde konuştuğunu söyledi, bunun üzerine Köprülü "Hadiselerin bir tertip olduğunu" açıkladı.
Köprülü, "Önce tertibi aklıma sığdıramazdım" dedi ve ilave etti "Sonradan neticeleri öğrendim, binlerce adamın mahkemelerde cezalandırılmadıklarını gördüm, Namık Gedik'in, kendisinin mesul olmadığını, daha yüksek mesuller olduğunu söylediğini duydum. Ve bu hadiselerin tertip olduğu kanaatine vardım."
Fuad Köprülü, ikinci defa hariciye vekilliği yaptığı sırada Selanik hadisesini tahkik ettiğini, bunun tertip olmadığını fakat hükümetin bunu radyo ile vermekle hadiseleri tahrik eylemiş olduğunu söyledi. Tertipçilerin kim olduğu sualine de şu cevabı verdi:
"Hükümetin başında bulunan ve büyük nüfuzla kudreti elinde bulunduran başvekildi."
...
Şahitlerden İbrahim Alper, 4 Eylül 1955 de Celal Bayar'ın, İzmir'de Büyük Yamanlar kampını ziyareti sırasında, Behçet Uz, Osman Kapani, Enver Dündar Başar ve bazı mebuslarla Kıbrıs işini konuşurken, Enver Dündar Başar'ın "Partililer sabırsızlanıyor" demesi üzerine düşük Reisicumhurun şu şekilde konuştuğunu hatırlattı:
"Şayet heyet Londra'da muvaffak olmazsa ve Selanik'te bir bomba patlarsa siz o zaman İzmir ve İstanbul Rumlarının halini görün"
Bunun üzerine söz isteyen Menderes, bahis mevzuu konuşmaya şahit olanların da dinlenmesini istedi.
Bu şahitin ifadesine ne diyeceği sorulan Bayar, evvela "işitmedim" dedi. Ve söylenenleri tekrarlattı. Başkan kendisine kulaklık takmasını tavsiye etti. Cevabında Bayar böyle bir konuşma yapmadığını ileri sürdü.
GÜLDÜREN ŞAHİT
Manastır İdadisinin 5inci sınıfına kadar okuduğunu söyleyen Vehbi Soylular isimli bir şahit de salondakileri zaman zaman güldürdü. Hadise gecesi Sirkeci'de Hamdi isimli bir komiserin, bütün ikazlarına güldüğünü ve "Aldırma boşver" diye cevap verdiğini söyledi. "Kendisine, millet azası sıfatıyla emrediyorum, mani ol dedim, bana emir yukardan geliyor şeklinde konuştu" dedi.
...
Bekam Tümerkam, hadiseler sırasında Emniyet 5inci şubede görevli olduğunu, Müdüre vekalet eden Necati Eğinç'in emriyle, 40-50 kadar polisin kapıları kapatıp ikinci bir emre kadar içeriden olanları seyrettiklerini bildirdi.
...
Dinlenen son şahit Necip Bozkır, hadiseler sırasında yedek subay olduğunu söyledi. Hadiselerin tertip olduğunu ve DP lilerin 10-50 lira yövmiye ile bu işlerde kullanıldığını açıkladı. Mevkufların Örfi İdareye sevki sırasında Muhafız Kumandanlığı yaptığını belirten şahit, hapishanelerde DP lilere gayet iyi bakıldığını anlattı.
Şahit, tutuklu DP lilerin birinin hadiseleri Köprülü'nün emriyle yaptığını söylediğini işittiğini ifade etti. Gene olayları açıklamak isteyen bazı DP lilerin Namık Argüç tarfından mahkeme koridorlarında dövüldüklerini de ifade etti.
Dinlenilmesine karar verilen şahitlerden Hüseyin Canöztürk duruşma sırasında salonda kaldığından, ifadesinin başka celsede alınmasına karar verildi. Ve mahkeme 3 Kasım Perşembe gününe talik edildi.

7.09.2005

6-7 Eylül hadiselerinin dünkü duruşmasında Köprülü "müretteptir" dedi














2 Kasım 1960 Çarşamba tarihli Milliyet Gazetesinden

6-7 Eylül hadiselerinin dünkü duruşmasında Köprülü "müretteptir" dedi
Sabık Başbakan Yardımcısı, Menderes'i itham etti. Tanıkların çoğu tertipten bahsetti

Dün sabah Yassıada'da 6-7 Eylül hadiseleri ile alakalı davanın duruşmasına devam edildi. Duruşma, aralıksız olarak 3 saat 20 dakika devam etti. Dün sabahki ifadesinde Fuat Köprülü, "hadiselerin, hükümetin bir tertibi olduğunu" bildirdi. Köprülü, "Tertipçinin kim olduğu" sualine şöyle cevap verdi:
"Hükümetin başında bulunan ve o zaman bütün nüfuz ve kudreti elinde bulunduran Başvekildir."
Bu celsede şahitlerden İbrahim Alper de, Atatürk'ün evine bombanın patlamasından iki gün evvel düşük Cumhurbaşkanının İzmir'de "Selanik'te bir bomba patlarsa o zaman siz İstanbul ve İzmir Rumlarının halini görün" dediğini ileri sürdü.
Hadiseler sırasında 5. şubede vazifeli memur olduğunu söyleyen şahit Faruk Güngör de, "Hadiseler patlak verdiği sırada Emniyet Beşinci Şube Müdürlüğünde toplu halde bulunan 40-50 silahlı polisin, şube müdür muavininin emri ile ve ikinci bir emre kadar kapıları kapatıp, tahrip ve yağmayı pencerelerden seyrettiklerini" açıkladı.
Dün dinlenen şahitlerin hepsi, "hadisenin tertip olduğunu" ifade ettiler. Yalnız, inkılaptan iki ay evvel Medeni Berk'in tavassutu ile CHP den Vatan Cephesine transfer eden İzmirli bir doktor, bu hadiseler hakkında hiçbirşey bilmediğini söyledi.
Dün sabah duruşma başlarken sanıklar saat 9.25 de mahkeme salonunun kapısında göründüler ve sıra ile yürüyerek yerlerine geçtiler:Bayar, Menderes, Zorlu, Köprülü, Gökay, Eriş, Hadımlı, Mehmet Ali Balin, Mehmet Ali Tekinalp, Hasan Uçar, Oktay Engin.

...