29.09.2006

Halide Edip Adıvar'la bir konuşma

5 Şubat 1954 tarihli Yeni İnci Dergisinden















H. Edip Adıvar'la bir konuşma
Yazan: Mustafa Baydar
...
-Siz de bana varyete yıldızları ve bazı sahne sanatkarları gibi poz mu aldırmak istiyorsunuz? Eğer benim bir değerim varsa o da yazdıklarımdır. Onun için ister şu ocağın resmini çekin, ister kütüphanemin çekin, fakat beni bırakın.
...
-Hakiki romanı tesbit etmenin imkanı yoktur. Çünkü roman bütün yazı şekillerini içine alır. Fert, cemiyet, hareket yahut sırf kafanın içinde geçen hayat da birer roman mevzuu olabilir.
...
-Romancı olmak için en aşağı 50 yaşında olmak lazım demekle hata etmişim. Demek istediğim şey, yaşı ne olursa olsun, tecrübesi geniş, kafası olgun ve müşahedelerinden, tecrübelerinden, sanatında istifade edebilecek kaabiliyette olmasıdır.








...
-Sinekli Bakkal'ın son kısmını değiştirmemin sebebi sırf tabilerin ısrarından doğmamıştır. Maalesef benim bütün yazılarımda, bilhassa Sinekli Bakkal'dan evvel lüzumundan fazla trajedi ve hemen hemen mutlak ölümle biten bir şekil vardır. Kitabı o zaman Paris'te üniversiteye devam eden oğlum tab ederken bana: "Anne, bir defa da ölümle bitmeyen bir eser yaz" dedi. Bu şekilde galiba ben de usanmıştım. Üstelik bu neticede oğlumun da tesiri olmuştur.
...
-Roman, hayatın herhangi bir safhasında başlar ve herhangi bir safhasında biter. Onu mutlak kat'i bir neticeye bağlamak lazım değildir.
...
-Bir romancı, hayatın herhangi bir tarafını alıp yazdığı zaman, eğer o taraf karanlık ve kötü ise bu, romancının mutlaka kötümser olduğunu isbat etmez. Ben kendim bilakis iyimser bir insanım. Fakat insanların kötü taraflarını taraflarını da bilhassa değil, bizim bütün dünyanın son çeyrek asır zarfında düştüğü garip ve belki de mütereddi (dejenere) tarafı, bir romancı pekala kullanabilir.
...
-Hiçbir şey yapmak için roman yazdığımı bilmiyorum. Kafamın içinde toplanan hayat unsurlarından bir şekil, yaşıyan bir sahne çıkarmak için yazmışımdır. Muvaffak olup olmadığımı istikbal söyler. Esasen insan, muvaffak oldum dediği anda ölmüş demektir.
...
-Tesir yapmamış sanatkar olmaz. Ama derecesini ölçmek zordur. Sanatkarın hususiyetine göre şu veya bu zümre üzerinde tesiri olabilir. Fakat sanatkarlar umumiyetle bir nevi -fikir tohumlarından- ibarettir. Ne kadar geniş sahada yeşillenir, meyva verir, bunu kestirmek için tarihin yürüyüşündeki istikametleri bilmek lazımdır.

...
-Benim iki eserim filme alınmıştır. Ateşten Gömlek sessiz filme alındığı vakit senaryosunu Muhsin Ertuğrul yapmıştı. Bundan sonra filme alınan Vurun Kahpeye isimli eserimin senaryosunu, ismini şimdi hatırlayamadığım bir genç hazırlamış ve bana göndermişti. Bunu beğendim ve filme alınmasına müsaade ettim. Bu muvaffak senaryo, eseri yer yer ve tamamen yaşatmıştır.
...
-İnönü Mükafatı lağvedilmiş değildir. Yalnız Meclis, bu para hükümet tarafından verildiği için galiba Türk Mükafatı diye ismini değiştirmiştir.
Devlet himayesinde sanatkar yetişmez. Çünkü devlet, (daha ziyade hükümet) en fazla kendi ehemmiyet verdiklerini seçer. Bu hususta İngilizler, büyük bir taassubla, sanat sahasına hükümeti yaklaştırmak istemezler. Hatta orada, Fransızların anladığı manada bir akademi bile yoktur.
...

26.09.2006

Kadın neye benzer?

Hafta aşırı Cumartesi günleri çıkan 3 Nisan 1954 tarihli Cennet Dergisinden
Erkekler, size soruyoruz. Kadın neye benzer? Düşünüp bulduğunuz fikri, en kısa şekilde, bir tek cümle halinde bize yazınız. Bu fikri, biz Türk kafasının bir düşüncesi olarak her sayı, yazanların isimlerini de neşrederek sayfalarımıza koyacağız.
  • Kadın, suyun cazibesine benzer. Herkesi kendine çeker. U. Gökdeniz
  • Kadın, okşanmaktan hoşlanan bir kediye benzer. G. Gelçin
  • Kadın, her tarafa kayan bir yılana benzer. H. Dural
  • Kadın, Zati Sungur'un mayatizmalarına benzer. T. Çetinkaya
  • Kadın, şehvet imal eden bir unsurdur. Raif Görkem
  • Kadın, ormanda mahzun mahzun gezen ceylana benzer. Kazım Tanto
  • Kadın, kışın daima yanan bir sobaya benzer. Ömer Armağan
  • Kadın, hayata canlılık ve renk veren bir güle benzer. Sabri Dinamik
  • Kadın, kendini eve vakfederse bir meleğe, süse ve eğlenceye verirse işe yaramayan bir mankene benzer. Mustafa Ural

24.09.2006

Ömer Hayyam ve Felsefesi

20 Mart 1954 tarihli Yeni İnci Dergisinden

Ömer Hayyam ve Felsefesi
Yazan: MUSTAFA BAYDAR
ÖMER HAYYAM, İran'ın Horasan eyaletinin Nişabur şehrinde doğmuştur. Şairin asıl adı Ömer, mahlası Hayyam'dır.
Hiç evlenmemiş olan Hayyam, 12nci asrın ilk yarısında ölmüştür.
ŞAHSİYETİ
Hayyam, eski filozoflar gibi zamanının bütün ilimlerine vakıftı. Yunan irfanının müdafii ve devrinin en ileri ve en hür fikirli insanı idi. Zamanın ricalinden hiç bir kimse lehinde bir tek mısra söylememiştir. Yine hiç bir mısraında hurafelere, batıl itikatlara inanan en ufak bir görüşe tesadüf edilmez. Bilakis bir çok mısralarında bunlarla ince ve ustalıklı alaylar mevcuttur.
Sathi din uleması umumiyetle Hayyam'ı sevmez, fakat ondan ürkerlerdi.
Hayyam cebir hakkındaki eserinden başka, hey'etin de en derin meseleleriyle uğraşmış ve yeni bir takvim vücuda getirmiştir.
HAYYAM'IN RUBAİLERİ
Bütün Müslüman milletleri edebiyatlarında en büyük rübai üstadı Ömer Hayyam'dır. Hayyam, kendinde tekasüf eden fikir ve his katrelerini, renkli ve zengin bir çeşitlilikle rübai kalıplarına dökmüştür.
Rübai, yalnız 4 mısra ile yazılan küçük bir manzumedir. Çok defa birinci, ikinci ve dördüncü mısralar kendi aralarında kafiyeli, üçüncü ise serbesttir. Fakat bazan 4 mısra da kafiyeli olabilir.
Bu nazım şeklinin Acem Edebiyatının malı olup olmadığı hususu münakaşalıdır. 12nci yüzyılın sonlarına mensup olup Kaşgarlı Mahmud'dan sonra mühim Türkoloğumuz olan Fahrettin Mübarekşah'ın "Türkçe'de manzum şiirler ve rübailer vardır" demesi, çok dikkate layıktır.
Elimize geçen bu vesikalardan, edebiyatımızda 12nci asırda ve belki daha evvel Türkçe'de rübailer olduğunu öğreniyoruz. Bu neticeyi çıkarmak herhalde gerçeğe aykırı olmasa gerek. Çünkü Acemlerin nazım vahidi kıyasisi mısra ve nihayet beyit olduğu halde Türklerde nazım vahidi kıyasisi dörtlüktür. Aynı şekilde en büyük Türk edebiyat tarihçisi Mehmet Fuat Köprülü'den edindiğimiz bilgiye göre şark ilimleriyle uğraşan dünya çapında meşhur Alman alimi Kovalski, şu mütalaayı ileri sürmektedir:
"İran rübailerinin Türklerden alınmış olması çok kuvvetlidir."
Memleketimizde Ömer Hayyam'ın bazı rübailerini en sanatkarane bir şekilde Türkçeye çeviren Yahya Kemal olmuştur.
...
Ömer Hayyam'ı bütün dünyaya tanıtan İngiliz şairi Edward Fitzgerald olmuştur. Ömer Hayyam'la aynı karakter ver mizaçta olan bu İngiliz şairi çok nefis bir tercüme yapmaya muvaffak olmuştur. Edward Fitzgerald Hayyam'ı tercüme etmemiş, onu adeta yeniden ibda etmiştir.
HAYYAM'IN FELSEFESİ
Hayyam'ın kendine haz orijinal felsefesini şöylece özetlemek mümkündür:
İnsan, yaşadığı anın kıymetini bilmeli ve zamanını hoşça geçirmeğe bakmalıdır. Çünkü mazi bir hiç olmuştur, istikbalin de ne olacağı belli değildir.
"Dereden akan su, ovada esen yel gibi ömrümüzden bir gün daha geçip gitti. Ömrüm oldukça iki günün gamını yemiyeceğim: Gelmiyen gün, geçip giden gün!"
(Hayyam'ın Rübaileri, A. Gölpınarlı tercümesi, Remzi Kitabevi 953, sh. 70)
Dünyada şarap içmekten, saz dinlemekten, güzel ve güzelliği sevmekten daha değerli bir şey yoktur. Hayatın bütün manası bu dünya nimetlerinden bol bol faydalanmaktır:
"Hep zevkederim şarapla, ben lale çağı,
Kah koklıyarak gülleri, kah gül yanağı,
İçtim, içerim, içmedeyim, içmeliyim,
Ağzımda durur bardağın elmas dudağı."
(Hayyam Rübaileri ve manzum tercümeleri, Feyzullah Sacit, 1929, Cihan K., sh. 15)
Bu, Birbirinden güzel dünya nimetlerinden uzak yaşamak, hayatı hiçe indirmektir. hayatı, boşuna geçirmek istemiyen kimse bütün bunlarla mest olmalıdır:
...
"Saki ve şarapsız bu cihan hiçtir hiç!
Elbet sesi olmazsa keman hiçtir hiç!
Gördüm ki hayatta zevk imiş sermaye,
Maksut budur alemde, kalan hiçtir hiç!"
(Feyzullah Sacit ter. sh. 18)
Hayyam'a göre bir daha dünyaya dönüş olmıyacağına göre insan doyasıya bütün arzusunu bu dünyadan almalıdır. Zira son pişmanlık fayda vermez:
"Madem gidecek, dönmiyeceksin ebedi,
Hiç kalmasın arzun bu yıkık evde sakın!"
(Feyzullah Sacit ter. sh. 10)
Ona göre cennet ve cehennem bir masaldan ibarettir. Ne varsa hepsi bu dünyadadır. Uhrevi alem dedikleri yerden hiç gelen olmadığına göre bu dünyaya bakmalı ve eldeki imkanları sonuna kadar kullanmalı:
"Çayırlığın kıyısında bir kadeh, bir güzel ve bir saki... Peşin olarak bu üçü benim olsun, veresiye cennet de senin olsun! Bırak, kimsenin cennete, cehenneme ait sözlerini dinleme... Cehenneme giden kim, cennetten kim geldi?"
(A. Gölpınarlı tercümesi, sh. 76-77)
...
Hayyam için hakiki cehennem, insanın kötü kimselerle, tahammül edilmez kimselerle geçirmek zorunda kaldığı zamanlardır:
"Cehennemi gerçekten bilmek mi istersin? Dünyada cehennem, ehil olmayanla konuşmandır."
(A. Gölpınarlı tercümesi, sh. 53-54)
...
Kainatın sırrını, bu alemin manasını anlamıya imkan yoktur. Hayyam, bütün ömrü boyunca bu sırrı çözmek için uğraşmış, fakat en ufak bir ipucu bile elde edememiştir:
"Kimse kaza perdesi ardında yol bulmadı,
Allah'ın sırlarını hiç bir bilen olmadı,
Tamam yetmişiki yıl düşündüm
Zifiri karanlığın rengi asla solmadı."
İbadet adına kurulan her mabet, yapılan her hareket birer kulluk nişanesidir. Her din mensubu aynı gayeye yönelmiş birer kuldan başka bir şey değildir:
Kabe de puthane de birer ibadethanedir,
Çan çalmak da kalblerin Hakka giden sesidir.
Mihrap, kilise, tesbih, haç deyip şekle bakma,
Hakikatte hapsi de kulluk nişanesidir.
(Feyzullah Sacit ter., sh. 84)
...
Bu dünya sadece şarap ve dilberden ibarettir. İnsan bunlara kavuşmak için yaşar ve hayat bunlarla tamam olur:
Bu toprak alemini baştan bir başa kadar,
Elesinler, süzsünler alimler, filozoflar:
Güzeller yanağiyle yakut şaraptan başka
Hiç bir şey bulamazlar cana yakın vefakar!
İşte Hayyam'ın her türlü zevk ve dünya nimetleri üzerine kurulu felsefesi...

21.09.2006

Dario Moreno Türkiye Yolunda

22 Nisan 1954 tarihli 20. Asır Dergisinden

Fransız radyo ve film aleminin muvaffak sanatkarı Dario Moreno mayıs ayı içersinde Türkiye'ye gelecektir. Moreno aslen Türkiyelidir ve Türkçeyi de mükemmel bir surette konuşur ve yazar. Geçen sene Yves Montand ve Charles Vanel'le birlikte çevirdiği "Korkunun Ücreti" filmi, hatırlayacaksınız, Cannes Festivalinde birinciliği kazanmıştı. Gelen haberler Moreno'nun bu sene Fernandel'le beraber oynadığı yeni filminin 1954 festivalinde favori olduğunu bildirmektedir.

Genç neslin en kuvvetli romancılarından Orhan Kemal

20 Şubat 1954 tarihli Yeni İnci
Dergisinden








... Cibali'nin karışık ve kış mevsiminde üstelik çamurlu yollarını geçtikten sonra üstadın evini bulabildim...

-Hayatımın eserlerime tesir ettiğine şüphe yok. Zaman zaman düşünürüm: 16 yaşımdan itibaren ekmeğimi kazanmak zorunda kalmasaydım ne olurdum?

-Bütün tiplerimin gerçeğe uygun olduğunu temin edebilirim.

-Sosyal endişe, sanatçının insan olması haysiyetiyle yurdu ve düşmanı hakkında verdiği kanaatlerin neticesidir. Herşeyden önce bir fikir adamı olması lazım gelen sanatçı, sosyal endişelerini sanat yoluyla belirten insandır. Demek oluyor ki, peşin sosyal endişe. Fakat bu, sanatın ikinci plana itilmesi demek değildir. İkisi birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

-Kendi kendimle barışıksam, yani moralim düzgünse, çalışırken yanımda top atsalar vızgelir. Çoğu sefer kahvede, bir masaya oturur, başlarım yazmaya. İnsanlarla beraber, onların gürültülü havası içinde yazmak ne güzeldir!

-Hikayede şive farklarına yer verilmesi dilde birlik esasına aykırı düşmez kardeşim. Siz, sosyal konularla uğraşan bir yazarsanız ve yazdığınız hikaye yahut romanda bir çeşit röportaj demek olan usulle çalışıyorsanız.. Yani, tiplerinizin ruh tahlillerini siz değil, bizzat kendilerine yaptırmak istiyor, bunun için de muhaverenin diyalektiğine başvuruyorsanız, şive farklarını muhafazaya mecbursunuzdur.

-Okulda roman, hikaye, umumiyetle edebiyattan nefret ederdim. Varsa futbol, yoksa futbol. Edebiyat sevgisi bende çok sonra, hayata atılıp Hanyayı Konyayı anladıktan sonra başladı.

...

18.09.2006

Atatürk'ün naşı Anıt Kabir'e nakledildi

20 Kasım 1953 tarihli Hafta Dergisinden
Atatürk'ün naşı Anıt Kabir'e nakledildi
Aziz Atatürk'ün naşı, 10 Kasım Salı günü muvakkat kabrinden alınarak Anıt Kabir'deki ebedi istirahatgahına tevdi edilmiştir. Ankara bu münasebetle müstesna günlerinden birini daha yaşamıştır.
Merasim 9'u 5 geçe, yani 15 yıl önce Ata'nın gözlerini hayata kapadığı anda başlamış ve Atatürk'ün aziz naşı 12 er tarafından katafalktan alınarak top arabasına konmuştur.
Saat 9'u 5 geçe hareket eden muazzam cenaze alayı saat 13'te Anıt Kabir'e vasıl olmuştur. Cumhurreisi Celal Bayar'ın Atatürk'ün memleketimize yaptığı hizmeti ifade eden nutkundan sonra merasime son verilmiştir.
Naşın Anıt Kabir'e naklinden bir gün önce, Atatürk'ün cenazesini muhafaza eden altı santim enliliğindeki kurşun mahfaza kırılmış ve Na'ş meydana çıkarılmıştır. Meclis Reisi, Başvekil, Genelkurmay Başkanı ve daha bazı zevattan müteşekkil resmi heyet bu ameliyeyi de bir zabıtla tespit etmiştir. Rahmetli Atatürk'ün tabutu muvakkat kabirden çıkarıldığı sırada hemşiresi Makbule, Ata'dan da cenazenin artık kurşun mahfazadan çıkarılıp doğrudan doğruya toprağa verilmesi arzusunu izhar etmiştir. Gerekli müşaverelerden sonra, alakadarlar defin şeklinin geleneklerimiz dairesinde icrasını uygun bulmuşlardır.
Kurşun mahfaza söküldükten sonra, Atatürk'ün kefene sarılmış naşının olduğu gibi durduğu görülmüştür. Kefen açılmamış, yalnız yüz kısmı aralanmıştır. Rahmetlinin vefatı anındaki çehresinin aynen muhafaza ettiği müşahede olunduktan sonra kefenin aralanan kısmı yeniden kapanmıştır.
10 Kasım Salı günü ceviz sanduka ile Anıt Kabir'e nakledilen Atatürk, orada, memleketin her köşesinden gelen vatan toprakları arasında tevdi edilmiştir.
Resimde Atatürk Müzesi'nde saygı duruşu yapan öğretmenler görülmektedir.

10.09.2006

Hz. Muhammed Bu Mağarada Saklanmıştı


2 Şubat 1961 tarihli Hayat Dergisinden

Hz. Muhammed Bu Mağarada Saklanmıştı
O gün Resulü Ekrem, akşama kadar Hz. Ebu Bekir'in evinde kaldı. Gece Ebu Bekir'le beraber çıktılar ve Cebeli Nur'a gittiler. Cebeli Nur'da bir ıssız mağara vardı. Oraya girdiler. Derhal Allah'ın emriyle bir örümcek gelip mağaranın ağzına ağlarını gerdi. Bir çift yabani güvercin de gelip buraya yumurtladı. Kureyş'in arayıcıları Cebeli Nur'un her tarafını aradılar. Bir kısmı bu mağaranın ağzına gelmişti: "Şu mağarayı da arayalım!" dediler. İçlerinden Ümmeye: "Allah akıl versin! Muhammed doğmadan bu örümcekler ağlarını örmüşler." deyince döndüler. Halbuki mağaranın ağzına geldikleri zaman Resulü Ekrem ile Hz. Ebu Bekir onları görüyorlardı.

8.09.2006

Neriman Köksal kazandığı parayla KULE Mİ YAPIYOR?

14 günde bir Cumartesi günleri çıkan 8 Ocak 1955 tarihli Magazin Dergisinden












Neriman Köksal kazandığı parayla KULE Mİ YAPIYOR?
Son senelerin en gözde yıldızı, hiç şüphe yok ki Neriman Köksaldır. Onun uzun boyu, güzel ve fotojenik oluşu, kendisinin bütün prodüktörler tarafından aranılmasına sebep teşkil ediyor. Bir de buna filmlerde oynamış olduğu muhtelif janrlardaki rollerindeki muvaffakiyetleri de eklerseniz, "Neriman Köksal, neden Türk filmlerinin en gözde yıldızıdır" diye bir şey düşünmenize lüzum kalmaz zannederim.



















Evet sevgili okuyucular, Neriman Köksal güzel olduğu kadar, iyi bir film sanatkarıdır da. Onun son zamanlarda on onbir kilo verişi de, kendisi hakkında pek hayırlı oldu. Zira mevzun ve muntazam vücudu bir kat daha güzelleşti. Buna emin olun ki, şayet Neriman Köksal Amerikaya gidipte herhangi bir Amerikalı rejisör ve prodüktörün nazarı dikkatini çekerek kısa bir tecrübe filmi çevirme imkanını bulabilse, derhal birinci plana geçer ve kendisine beynelminel bir şöhret temin eder.













Bu sezonda -her yıl gibi- en fazla film çeviren Köksal, birbiri arkasına tesadüf eden filmlerden pek yorgun düşmüş. Ona geçenlerde bir film şirketinin yazıhanesinde önümüzdeki aylarda çevrilecek olan bir filmin mukavelesini imzalarken rast geldim. Yazıhaneden beraberce çıktık. Neriman'ın yapmış olduğu bu anlaşma, pek parlak bir şeydi. Ona:
-Köksal, dedim. Öyle zannediyorum ki, sen beyaz perdenin kadın sanatkarları arasında en fazla kazanan artistsin. Bu paraları ne yapıyorsun?
-Ne mi yapıyorum? Kule! Ne yapabilirim ki? Bunlarla geçimimi temin ediyorum. Yiyorum, içiyorum, geziyorum ve herkes gibi de giyiyorum. Hem bizim aldığımız paralar pek az. Sen de bu işlerden benim kadar anlarsın ya, konuşayım diye bana mahus söylüyorsun. Fakat konuşmamı istiyorsan, sor da söyliyeyim. Ben böyle şeylerden bilirsin ki çekinmem. Açık saçık anlatayım. Zaten kapalı olan bir şey ortada yok ki.



















Hakikaten de öyledir. Neriman olduğu gibi görünen, gayet doğru, kimsenin yüzüne karşı söyliyemiyeceğini arkasından söylemeyen bir kızdır.

7.09.2006

"BEATLE" Fırtınası Gene Esti

1 Eylül 1966 tarihli Hayat Dergisinden
















"BEATLE" Fırtınası Gene Esti
"Demode oldular", "adları unutuluyor" denirken, Beatle topluluğunun çıktığı dünya turnesi, gerçeğin hiç de böyle olmadığını herkese gösterdi. Hele dört uzun saçlı gencin parlak meslek hayatlarının ilk başarısını kazandıkları Hamburg şehrinde kendilerine gösterilen ilgi ve sevgi, değil şarkıcılardan, çok sevilen devlet adamlarından bile esirgenen cinsten bir şeydi. Ve, içten gelen bu canlı tezahürat başlı başına görülecek bir olaydı.
Beatle'lar 1960 yılının ilk aylarında bu şehirdeki Star Club'de, o meşhur şarkılarını yeni yeni dünyaya duyurmaya başlamışlardı.

ŞATODA 4 KİŞİ
Sevdikleri şarkıcılara sadık olduklarını göstermek istercesine, Hamburglu Beatle hayranları, şöhretli dörtlüye aynı sevgiyi ve heyecanı bir daha göstermekten çekinmediler. Hamburglular tıpkı Beatle'ların iki filimlerine ve plaklarına karşı nasıl içten sarıldılarsa, kendilerine de aynı şekilde tezahüratta bulundular.
Beatle'lar bu seferki ziyaretlerinde şehrin dışındaki tarihi şatolardan birinde kaldılar. Ve ister inanın, ister inanmayın, şatonun etrafını sıkı bir polis muhafazası altına almak gerekti. Çünkü hayranları öylesine Beatle'ların peşine düşmüşlerdi. Aynı sıkı polis tedbirlerine dört gencin çalıp söyledikleri bütün sahnelerin civarında da başvurulmuştu. Her zaman olduğu gibi bu sefer de Beatle'ların yanında kendilerini herkesten önce keşfeden yakın dostları, isim babaları ve emprezaryoları Brian Epstein vardı.


YÜKLÜ PROGRAM
Fakat ünlü topluluğun programı gerçekten çok yüklüydü. Günde iki defa sahneye çıktıkları, ayrıca çeşitli basın ve reklam programlarında da çaldıkları için, müthiş yorgun, fakat o nispette de memnun görünüyorlardı.
Beatle'lara yeni bir hız verdiğinden kimsenin şüphe etmediği konserlerine gelince... Bu konserlerde seyirci kalabalığının çoğunluğunu kravatsız ve çizgili, dik yakalı gömlekler, geniş yakalı ve kruaze, dar ve bol düğmeli ceketler giymiş gençler teşkil ediyordu... Genç kızlar arasında da son modanın bütün hatlarını taşıyan minik etekli "çılgınlar" çoğunluktaydı.
VE SONRASI!
Beatle'lar, yıldızlarının ilk defa parladığı Hamburg'da aldıkları yeni hızla turnelerine Uzak Doğu'da ve Yeni Dünya'da devam ettiler. Gene aynı heyecan ve sevgi gösterileri ile karşılandılar!
Yanlarından hiç bir turnede eksik olmayan Brian Epstein'la beraber bu başarılı turneye çıkan dört Beatle, hiç bir ırk, dil, din farkı gözetmeksizin bütün dünya gençliğinin isteklerine cevap vermekle, gerçekten gençliğin temsilcileri olduklarını ispat etmişlerdir. Anlaşılıyor ki bu Beatle hayranlığı, asrımızın ikinci yarısının en büyük tutkusu, ya da şifa bulmaz bir hastalığı olarak daha uzun bir süre devam edecek...









6.09.2006

Elvis Presley


Her hafta Cumartesi günleri çıkan Sine Radyo Haftası'nın 19 Ocak 1957 tarihli 8. sayısından

Elvis Presley
O'na "Rock'n Roll Kralı" diyen de var "Deliler Çobanı" diyenler de. Alelade bir kamyon şoförü ikeni nasıl oldu da bu kadar geniş, bu kadar muazzam bir şöhrete erişti. Yaşı henüz 23, burnu iğri, Valantino favorileri, bol briyantinle parlatıp kabartılmış. Hatta yüzünün soğuk bir ifadesi var. Böyle olduğu halde, bütün dünya gençliği, şimdi onun sesiyle çılgına dönüyor.
Elvis Presley, bugün Amerika'da "Günün Adamı"dır. O'na çok kızanlar da vardır. Hatta daha ileri giderek O'nu ahlak dışı hareketlerde bulunmakla itham ediyorlar. Elvis Presley, 30 yaşından yukarı olanların sinirlerine dokunmaktadır. O'nun şarkıda, mesela; "I love you" yu "I lah hah hah hay yuh yuh yuu" diye söylemesinin güzelliğinin nerede olduğunu soruyorlar.
Şarkısını söylerken vücudunu müstehcen kabul ettikleri bir şekilde oynatmasına içerliyorlar. Presley, "Hareketlerim müstehcen veya utanılacak cinsten değil. Onlarda kızılacak bir şey görmüyorum. İçimden geldiği için vücudumu oynatıyorum. Nasıl olsa hayranlarımın hoşuna gidiyor" diyor.

1952 Türkiye Güzelleri



1. Güzel: Gelengül Tayfuroğlu


















2.Güzel: Ayfer Feray
3. Güzel: Neş'e Yulaç


















Temmuz 1952 tarihli Ayda Bir Dergisinin 1. sayısından

5.09.2006

Büyük Atatürk'e Ait Bir Fıkra


15 günde bir Cumartesi günleri çıkan 26 Aralık 1953 tarihli Yeni İnci Dergisinden

Büyük Atatürk'e Ait Bir Fıkra
Atatürk devrine "Altın Çağ" diyenler, Cumhuriyetin onuncu yıldönümünü bu devrin en büyük bayramı sayarlar. Bayramı kutlama hazırlıklariyle Atatürk'ün nasıl candan ve yakından ilgilendiğini bilmiyen var mıdır? Bayramdan önceki hafta içinde, geçit resminin yapılacağı sahaya birkaç defa inip değişiklikler mi yaptırmadı; yolda rastladığı gruplara hep birlikte Onuncu Yıl Marşı'nı mı söyletmedi?
Nihayet, beklenen gün geldi. Ankara bayram şenlikleriyle çalkalandı ve üç yerde balo verildi.
En geç Orduevindeki baloya geldi. Davetliler kendisini sevinçle karşıladılar. Neş'e bin kat daha artmıştı.
Atatürk, bir ara, tam önünde zarif bir bayanla danseden genç ve yakışıklı bir subaya sordu:
-Bayan kimdir?
Subay derhal vaziyet aldı:
-Eşimdir Atam!
Atatürk bir saniye durdu ve emretti:
-Öpünüz!
Subay, dudaklarını uzatıp, karısını hafifçe öptü. Ata, başını salladı:
-Bayan eşiniz değildir!
Subay kıpkırmızı kesilmekle beraber tekrar etti:
-Eşimdir Atam!
Bu cevap üzerine Atatürk, ortalığı neş'e tufanları içinde bırakan şu emri verdi:
-Öyleyse, eşiniz gibi öpünüz!..

Hayvanlar ve İnsanlar











Perşembe günleri çıkan 14 Haziran 1956 tarihli 222 sayılı Akbaba Dergisinden