24.12.2006

İngiliz Harrison ÇORAP MAKİNALARI


4 Ekim 1952 tarihli Yeni İnci Dergisinden

17.12.2006

İstanbul'u Kimler Eğlendiriyor

12 Haziran 1954 tarihli Cennet Bahçesi dergisinden

















Hep beraber, Taksim Belediye Gazinosu'na gidelim mi?
İstanbul'da, o kadar çok eğlence yeri var ki, insan bazen hangisine gideceğini şaşırıyor. İster misiniz, bu hafta sizinle hep birlikte Taksim Belediye Gazinosu'na gidelim? Korkmayın canım, bütün masraflar benden. Hem Avrupa'dan o kadar güzel atraksiyon numaraları gelmiş ki. Bu sene de, İstanbul'a gelmiyen bale trupu kalmadı. Hepsi, birbirinden güzel kızların teşkil ettiği bu truplar, İstanbul Halkı'na bir güzellik ziyafeti çekti.
Fakat, ne yazık ki, her gelen trup, İstanbul'da çok az kalıyor. İnsan, adeta onları seyretmeye doyamıyor. Onun için, gelin bu hafta Taksim Belediye Gazinosu'na, yeni gelen trupu seyretmeye gidelim. Yalnız, akşam yemeğini orada yemeniz lazım. Zira, atraksiyon yemekten sonra başlıyor.
Dedim ya, yemek de benden. Haydi buyrun; bakın, klasik müzik başlamış bile. Ondan sonra da atraksiyon başlıyacak. Ne zaman mı? Biraz sabırlı olun canım.
Hah; işte başlıyor. Bakın şimdi meşhur akrobatlar çıkacak. İsterseniz, hem pisttekileri seyredelim, hem de arka masalardaki konuşmaları dinleyelim...
-Ay ay; düşecek vallahi... Aaa! Nasıl da amuda kalktı? Ayol, bu bayağı cambaz.
-Ya şu güzel kadın nasıl?
-Sen ona pek bakıyorsun. Bari yanına çağır da masaya davet et.
-İlahi karıcığım, sen deminden beri adama bakıyorsun, sesimi bile çıkartmıyorum. Bir kere; "Kadın güzel" dedim diye mi kabahat oldu?
Bu konuşmalardan sonra, şimdi de önde oturan bekarların masasından gelen sesleri dinleyelim.
-Şu sarışın nasıl?
-Harika kardeşim! Hele sen dün gece görmeliydin. Bir bikini giydi. O ne vücuddur azizim.
-Kimbilir kocası ne hımbılın biridir.
-Bak bak; ne de edalı bir yürüyüşü var.
-Sen dur hele. Bu danstan sonraki numarayı seyret.
-Yaşa be Kazım, iyi akıl ettin de buraya geldik.
Haydi gelin biraz da yandaki masaya kulak misafiri olalım. Bunlar; biraz yaşlıca. Yanlarında da çocukları var. Bakın bakın anneleri konuşuyor:
-Biliyor musun Rıfkı, Nice'te seyrettiğimiz bir bale trupu vardı, ne harika idi.
-Ya hanım. Hey gidi günler hey! Balayına çıkmuştık değil mi?
-İlahi kızım, konuşmalarımızı gözlerinle mi diniyorsun? Sonra canım, bunlar pek güzel şeyler değil.
-Amma yaptınız babacığım. Buraya gelen bale trupları içersinde, ben bu kadar güzel dans eden kızlar görmedim.
-Gülerim senin bu sözlerine. Sen, Avrupa'da dans eden kızlar görmelisin. Baka bakalım bunlar yanında nasıl kalır?
-Bilmem ki, fazla mübalağa ediyorsun gibi geliyor bana. Zira, bunlar da Avrupa'dan geldi.
Nihayet atraksiyon bitti. Nasıl? Beğendiniz mi? Hiç de fena değil. Eee, artık ayrılma zamanı geldi. Allah rahatlık versin sevgili okuyucular..

10.12.2006

Türkiye'nin en kalabalık şehri: İSTANBUL

15 Mayıs 1954 Cumartesi tarihli Yeni İnci Dergisinden

Türkiye'nin en kalabalık şehri: İSTANBUL
Nüfusu 1,5 milyonu aşan İstanbul'a ait aşağıda vereceğimiz rakamlar hiç şüphesiz birçoklarınızı hayrete düşürecektir.
7 tepe üzerinde kurulu ve 6390 metrekarelik bir sahada yerleşen şehirde ne kadar insan vardır, bunun kaçta kaçı okuma-yazma bilir, günlük hayatını idame ettirebilmek için hangi vasıtalardan istifade eder? Hasılı bekarı, evlisi, çoluk çocuğu, genci ve yaşlısı ile şehrin orjinal bekarlarını hep beraber görelim.
En son nüfus sayımından elde edilen rakamlara göre bu şehirde 1.179.666 kişi vardır. Türkiye'de en çok nüfus kalabalığı olduğu söylenen İstanbul'da bütün insanlar bir anda sokağa çıkacak olsalar 1 metrekarelik sahaya 318 insan yığılır. Fakat son nüfus sayımından bu yana İstanbul nüfusunun en az %50 artış gösterdiği kabul edilecek olursa bu rakam 329'a çıkar. Fakat bu kadar insan içinde Türk ve müslüman olarak 396.692 kişi bulunduğunu da kabul etmek zorundayız. Geri kalan nüfusu 30 muhtelif millet teşkil eder.
İSTANBUL'UN BEKARLARI
Bütün nüfusun içindeki bekarların sayısı 156.653'tür. Bu rakamın 71.108'ini 19 ile 39 yaş arasındaki bayanlar teşkil etmektedir.
İstanbul'da okuma yazma bilen 312.616 erkek ve 221.628 bayan vardır. Erkeklerin %79'u, bayanların da %62'si okumasını yazmasını bilmektedir. Bunların yarısının günlük olaylarla ilgilendiği kabul edilecek olursa İstanbul'da bir günde 267.120 gazete okunur.
DOĞUM-ÖLÜM-EVLENME VE BOŞANMA
Resmi istatistikler 1 yılda İstanbul'da 15.290 kişinin öldüğünü göstermekle beraber doğum sayısı 19.000'den fazladır. Bu rakam hayali oranlara vurulursa İstanbul'da 1 ay içinde 650 kişi doğarken 425 kişi hayata gözlerini yumar. Muhtelif evkenme memurluklarından verilen rakamlar 1 ayda İstanbul'da 638 kişinin evlendiğini göstermektedir. Diğer taraftan yılda 832 kişinin muhtelif sebeplerle boşandıkları anlaşılmaktadır.
ASIRLIK İNSANLAR
Havası suyu ve yaşama şartları elverişli sayılan İstanbul'da 100 yaşını tamamlamış 75 asırlık insan bulunmaktadır. Tehlikeli hastalıklar, muhtelif kazalar bir tarafa bırakılırsa ölümün daha ziyade çocuklar ve ihtiyarlar arasında olduğu görülüyor.
31 DİLLİ ŞEHİR
İstanbul'da tam 31 lisan konuşulmakta ve bunların başında Türkçe, Ermenice, Arnavutça, Rumca, Yahudice ve Kürtçe gelmektedir.
Her lisanın kaç kişi tarafından konuşulduğunu şu şekilde sıraya koyabiliriz: 400.000 kişi Türkçe, 40.280 kişi Rumca, 24.114 kişi Ermenice, 17.201 kişi Yahudice, 6445 kişi Latince, 4468 kişi İspanyolca, 2223 kişi Fransızca, 1961 kişi İtalyanca, 1861 kişi Arnavutça, 1481 kişi Arapça, 1178 kişi Kürtçe konuşmaktadır. Bütün bu insanlardan başka sırası ile şu diller konuşulmaktadır: Abazaca, Acemce, Almanca, Boşnakça, Bulgarca, Çekçe, Çerkezce, Filamanca, Gürcüce, Hırvatça, İngilizce, İsveççe, Kıptice, Lazca, Lehçe, Macarca, Pomakça, Rumence, Rusca, Sırpça, Tatarca.
TAŞIT VASITALARININ MARİFETİ
İstanbul'da bir günde 221 tramvay, 119 otobüs, 42 vapur, 15 çift banliyö treni, 2 tünel arabası, 5893 taksi, 5816 hususi araba (burada bilhassa şunu işaret etmeden egeçemeyeceğiz 1944 yılında İstanbul'da ancak 94 hususi araba mevcuttu) ile 1 milyon insan taşınır ve yinde de ihtiyaca kafi gelmez.
İlgililerin verdiği malumata göre 24 saat içinde şehir hatları vapurlarında 160.000, tramvaylarda 150.623, otobüslerde 166.000 İstanbullu taşınmakta ve bir günde tünelden 323.327 kişi geçmektedir.
Şehrin bütün caddelerinde 140.000 metre tramvay hattı döşelidir. Bütün hattı söküp uç uca birleştirecek olsanız İstanbul'dan İzmit'e uzanır.
Şehirde bir gün için 19.000 metreküp Terkos suyuna ihtiyaç vardır. Terkos'tan başka 19 çeşit su kullanılmaktadır. Elektrik sarfiyatına gelince, bütün şehrin 1 günlük elektrik ihtiyacı 180.252 kW'ı geçmektedir. Sokak ve caddelerde şehrin aydınlatılması için 12.731 lamba kullanılmaktadır.
YILDA 90 MİLYON MEKTUP
1 yılda İstanbul Postanesi'ne verilen adi mektubun sayısı 83.879.471'dir. Buna 7.489.943 taahhütlü mektup da ilave edilecek olursa 1 yılda İstanbul Postanesi'nden 91.369.414 mektup gönderildiği görülür. Yine elde edilen istatistik rakamlarına nazaran 1 yılda İstanbul Postanesi'nden 1.761.710 telgraf alınır ve 1.276.295 telgraf çekilir.
Ortalama olarak bütün şehirde 35.000 telefon vardır ve bir günde 225.000 şehir içi, 25.000 şehirler arası telefon konuşması yapılır.
Yazmak bizden okumak sizden olduktan sonra inanabilen düşünsün.

3.12.2006

Vizite

21 Ocak 1954 tarihli 20. Asır Dergisinden

1.12.2006

Yıkıcı Aktör TURGUT ÖZATAY

19 Nisan 1962 tarihli Peri Dergisinden
Bundan birkaç yıl önce, rejisör Semih Evin İzmir'de bir film çekiyordu. Filmin bütün artistleri tamamdı. Fakat bir karakter artisti gerekliydi ve bu rolde oynayacak olan artist İzmir'e gelmemişti.
Evin, uzun saatler kafasını yordu. Düşündü, taşındı. Mutlak surette birisini bulmak gerekliydi. Bir kızan rolüydü bu. Efe yanında çalışan bir kızan. Şöyle derli toplu, güçlü kuvvetli biri olmalıydı. Biraz da sert erkek görünüşlü olmalıydı.
Birden hatırladı. Kendisine Turgut isimli bir genci tanıştırmışlardı. Bu işe hem en uygun bir kişiydi ve hem de hevesliydi.
Turgut Özatay, kısa bir arama sonunda bulundu. Anlaşmaya varıldı. Nihayet, film çekilip bitti.
Bu bir başlangıçtı. Bunu uzun ve yorucu yıllar izledi. Öyle ya meşhur olmak pek o kadar kolay değil. Özatay, uzun yıllar bu mesleğin kahrını çektikten sonra nihayet arzusuna kavuştu.
Memduh Ün'ün yaptığı "Kırık Çanaklar" adlı kordela ile sanat hayatında birdenbire yükseliveren Turgut Özatay, günün popüler yıldızları arasına giriverdi.
Aradan geçen zaman zarfında Özatay tamamen değişmiş. O iri-yarı tıknaz delikanlı zayıf, uzun boylu, düşük bıyıklı bir "kötü adam" olmuştu. Günümüzün, en iyi oyuncuları arasında yer alan Özatay, çok iyi bir aktör oluşu ile çok şeyler kaybetmiştir. Çünkü ezici ve insanı içine alan oyunu ile seyircileri büyüleyen Özatay karşısında oynayan her oyuncuyu perdeden silip atıyor. Durum böyle olunca da, kendi sanat kaabiliyetine güvenemeyen birçok kişi onunla aynı filmde oynamaktan çekinmektedir.
İyi oyunu ile olduğu kadar, hoş sohbeti ile sevilen Özatay'ı bu yıl birçok filmde seyrettiğimiz gibi, bundan sonra da birçok filmde seyredeceğiz.
Türk sineması, böyle bir sanatçıya sahip olduğu için ne kadar övünse azdır.

19.11.2006

Asuman Arsan

31 Ekim 1953 tarihli Cennet Dergisinden
Operet sahnemizde, yeni yeni parlamıya başlıyan bir isim: Asuman Arsan.
Onu, Ses Tiyatrosunun "Yutmazoğlu" temsiline gidenler, gayet iyi tanır. O, burada kendi gibi gayet cici ve şirin bir rol oynamaktadır.
Profesyonel sahneye, daha bu sene, ilk olarak çıktığı göz önüne alınırsa, oynadığı rolde de, gayet muvaffak olmaktadır, denilebilir. İşte, operet sahnelerimizin kazandığı, güzel ve cici bir şöhret...
Bu cici sanatkar, daha çok ufakken sahneye ve artistliğe karşı hevesliymiş. Sık sık, annesi ve babasiyle temsillere gider, tiyatrodan döndükten sonra da, odasına kapanıp, boy aynasının önüne geçer ve tiyatroda seyrettiği şeyleri tekrar edermiş. Bu arzusu, gittikçe alevlenmiş. Fakat, bu sefer de, kısmeti çıkmış ve çok küçükken evlenmiş. Bir müddet sonra, ruhen anlaşamadığı kocasından ayrılmış, sonra da, ailesinin ve komşularının ısrarı üzerine, sesi güzel olduğu için, ahbaplarının birinden alaturka ders almaya başlamıştır. Ve halen de bu derslere devam etmektedir.


















































Asuman, ilk defa olarak perdede, Halk Filmin çevirmiş olduğu bir filmde gözükmüştür.
Bunu takiben Sonku Filmde, İpekçilerde ufak tefek roller oynamıştır. Şimdi de, İtalya'dan gelmiş ve burada "Safiye Sultan"ı çevirmekte olan filmcilerle çalışmaktadır. Kendisini, tiyatroda gelip seyreden İtalyan rejisörü, filmdeki tipe en uygun olarak Asuman'ı bulmuş, derhal iyi bir angajmanla "Safiye Sultan"daki rollerden birini de, bu genç kızımıza vermiştir.
Asuman 19 yaşına henüz basmıştır. Orta boylu kumraldır. İçleri daima gülen, güzel gözleri vardır. İtalyan rejisör "Micel Neyşın" kendisini çok fotojenik bulmuş ve beyenmiştir. Bu yüzden de Onu İtalya'ya götürmek istemektedir. Fakat Asuman, bu teklifi düşünmektedir. Kendisine:
-Neden tereddüt ediyorsunuz? Böyle fırsat bir daha elinize geçmez. Gidin.
Dedim. Gözlerini sabit bir noktaya dikti ve biraz düşündükten sonra:
-Evet. Bu, benim için çok iyi bir fırsat, anlıyorum. Ama, oraya gidip, o yabancı diyarlarda ne yaparım? Hem, sonra mesleğimde pek yeniyim. Biraz daha ilerleyip olgunlaşayım, ondan sonra, belki kısa bir müddet için giderim.
Asuman'ın başka bir şeye daha hevesi vardır. Avcılığa.
-Bilemezsiniz, diyor, avcılık o kadar zevklidir ki. Aynı zamanda, gayet iyi bir spordur da. Ben, babam ve eniştemle, sık sık Kağıthane sırtlarına keklik avına çıkardım. Avlanmak için, İzmit'e, Polonezköy'e ve Belgrat Ormanlarına da daima giderim.
-Sizce en zevkli av hangisidir?
-Keklik avı. Yalnız bu av çok erken, sabahın ilk saatlerinde yapılır. Biz, kekliklerin bulunduğu yere yaklaştığımız zaman, çok temkinli davranırız. Köpeklerimizi dahi serbest bırakmayız. Çünkü en ufak bir patırtı ve ihmal, bütün hayvanları vakitsiz ürkütür. O zaman da hazırlıksız olduğum için silahı doldurup, ayarlayıncaya kadar, onlar da kaçmış olur.
Asuman'ın bizi karşıladığı zaman, sırtındaki elbise hemen nazarı dikkatimizi çekmişti. Çünkü gayet frapandı ve gayet güzel de bir kup taşıyordu. Ona:
-Bu ne güzel elbise böyle. Söyleyin de biz de ahbaplarımıza sizin terzinizi tavsiye edelim.
Dedim. O, gülerek:
-Ne terzisi canım. Elbiselerimin hepsini ben kendim dikerim. Ablam sağ olsun. Onun sayesinde gayet iyi ve pratik bir terzi oldum.
Dedi.
Bu yaman avcımız, aynı zamanda da gayet zevkli giyinir. Arkadaşları, giyim hususunda Onun fikirlerinden istifade etmek isterler. Ve, bu sebepten de hiç bir gün Onu yalnız bulamazsınız.
Bizim Onu, o gün yalnız bulmamız, hakikaten iyi bir tesadüf oldu.

12.11.2006

Claudia Cardinale Şöhret Yolunda Yükseliyor

5 Temmuz 1962 tarihli Hayat Dergisinden





































Sicilyalı bir demiryolcunun kızı olan Claudia Cardinale, bundan birkaç yıl önce katıldığı bir müsabakada Tunus Güzeli seçilmemiş olsaydı, bugün doğduğu memleket olan Tunus'ta ilkokul öğretmenliği yapacaktı. Ama bir müsabaka o zaman bu 17 yaşındaki güzel kızın hayatını değiştirdi, hem öylesine değiştirdi ki, bugün Claudia, Lollobrigida'ya, Loren'e meydan okuduğu gibi C.C. adı ile Brigitte Bardot'nun da yerini almak üzeredir. Sophia'nın nasıl "Ponti"si varsa, Claudia'nın da, bir müddetten beri nişanlı olduğu bir emprezaryosu vardır. Adı Franco Cristaldi...



















Franco'ya bakılırsa, genç sanatçı pek kısa zamanda dünya çapında bir şöhrete ulaşacaktır. Şu sıralarda Paris'te tamamlamakta olduğu "Senelita" adlı film, Claudia'yı bize değişik bir çehre ile gösterecek, sanat değerini başka bir tarafı ile ortaya çıkaracak, hayranlarını bir kat daha kendine bağlıyacaktır. Genç sanatçıya daha şimdiden birçok teklifler gelmiştir. Tunus'ta kendi halinde bir ilkokul öğretmeni olmaya namzet, demiryolcunun kızı, böylece dünyanın en çok aranan, 1 numaralı beyaz perde yıldızı, kapak kızı olmuştur.



30.10.2006

Çanlar kimin için çalıyor? Elbette Hemingway için değil

6 Mart 1954 tarihli Yeni İnci Dergisinden
Çanlar kimin için çalıyor? Elbette Hemingway için değil..
Hemingway, şüphesiz zamanımızın en enteresan adamlarından biri. İngilizlerin, haklı olarak "General Onbaşı" dedikleri bu avantürist romancı, 2 yıldan beri Entebbe ile Juba arasında mecaradan maceraya atılıyor. Geçen gün, Uganda'nın Murchison Şelalesi bölgesinde bir uçak kazasına uğradı. Bindikleri ilk uçak düştü; ikinci uçak ateş aldı; bütün bunlara rağmen Hemingway ile karısı, sağ salim, burunları bile kanamaksızın tehlikeyi atlattılar.





"Çanlar Kimin İçin Çalıyor?" yazarı, bir tabiat kuvvetidir. Kat'iyen tehlikelerden korkmuyor; tehlikelerle karşılaşmaktan, tehlikelerle mücadele etmekten adeta sonsuz bir zevk duyuyor. Bunun sebebini kendisine sorarsanız, size şu cevabı verecektir: "Ben yaşadığımı, ancak tehlikeler içerisinde kaldığım zaman hissediyorum."

25.10.2006

Bayan de Gaulle, Sunay ve Eşini Nasıl Ağırladı?

13 Temmuz 1967 tarihli Hayat Dergisinden

Bayan de Gaulle, Sunay ve Eşini Nasıl Ağırladı?

Bütün Paris, Türk ve Fransız bayraklarıyla donanmış, şehir bir asırdan beri ilk defa bir Türk Devlet Başkanının ziyaretine hazırlanmıştı. Paris'teki Türk kolonisi mensupları ise günlerden beri, gece kıyafetleri, elbiseler, tayyörler, şapkalar ısmarlıyor, fraklar kiralıyordu.
















27 Haziran Salı günü General de Gaulle'ün özel Caravelle uçağından inen Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay ile Bayan Sunay'ı, merdiven başında bizzat Fransız Cumhurbaşkanı de Gaulle ve eşi karşılıyorlardı.



















İki Cumhurbaşkanı Elysee Sarayı'nın arabasına binerek şehre hareket ediyorlardı.





























Paris ziyareti, 3 gün gayet rahat ve samimi bir hava içinde geçecekti. Cumhurbaşkanımızın gerek General de Gaulle ile perşembe sabahı 3 saat süren konuşmalarında, gerekse Elysee Sarayı'nda ilk akşam verilen büyük resepsiyonda, daha sonra Türk Sefareti'nde de Gaulle ile eşi şerefine verilen yemekte ve operadaki galada devamlı bir dostluk havası esiyordu.








Cumhurbaşkanımız ve eşi Bayan Sunay, ayrıca Paris Belediye Sarayı'nda bütün kordiplomatiğin ve Türklerin de bulunduğu bir törende Belediye Meclisi azaları ile tanıştıktan sonra, Paris'in en eski ve güzel binalarından biri olan Hotel de Lauzun'de yemek yemişler, Adalet Bakanı Louis Joxe ve eşi tarafından Versailles Sarayı'nda verilen bir öğle yemeğinde ve Dışişleri Bakanı Couve de Murville ve eşi tarafından verilen bir akşam ziyafetinde hazır bulunmuşlardı.

24.10.2006

Dünya Evinde İki Can

17 Mayıs 1962 tarihli Hayat Dergisinden

Dünya Evinde İki Can
23 Eylül 1959 Pazar günü, Peşte'nin Nep Stadında Fenerbahçe ile Macar lig şampiyon takımı Csepel arasında oynanan maç, çekişmeli cereyan ederken, sahanın kenarında bir adam yanındakilere Can'ı göstererek Avrupa'nın her hangi bir takımında rahat rahat oynıyabileceğini söylüyordu. Maç Fenerbahçe'nin 3-2 galibiyeti ile bitmişti. Fenerbahçe'nin soyunma odasında bir bayram havası esiyordu. Galibiyetin sevinçli gürültüsü içinde bir sual birden ortalığı sessizliğe gömüverdi: "Can hanginiz?" Suali soran, saha kenarında konuşan adamdan başkası değildi. Sonra Can'a doğru ilerliyerek genç oyuncuyu tebrik etti. Futbol sahalarının ünlü Macar oyuncusu Hidegkuti ile Can Bartu böylece tanışmış oldular. Bu tanışma Can'ın Fiorentina'ya gitmesine sebep olmuştu.
Gene üç sene evvel Can Bartu bir lig maçında tribünde oturan bir beyazlı kızın bakışlarını fark ederek gözlerini ondan ayıramamıştı. Ne tesadüftür ki, Can'ın hayatını değiştiren bu iki hadise de futbol sahasında cereyan etmişti.
Can Bartu geçenlerde İstanbul'a gelerek evlenme işini gerçekleştirdi ve eşiyle (Oya Bartu) İtalya'ya döndü.

20.10.2006

Mayonun 160 yıllık hikayesi

14 Haziran 1962 tarihli Hayat Dergisinden



























O zamanlar plajın ne ismi vardı, ne de cismi. Florya, Salacak, Caddebostan, Suadiye, Küçüksu, Altınkum... Hepsinin yerinde yeller esiyordu.
Kadın, erkek, bugün olduğu gibi, cümbür cemaat denize girişini, aklının hayaline getiren yoktu.
Yabancı memleketlerdeki plajları duyan, macmualarda resimlerine raslıyan gençlerin; ateşi küllenmemiş yaşlıların, gözü süprüntülükte kalmış horozların içleri titrer, ağızları sulanırdı.
Haziran ayı geldi mi birkaç kıyı üzerinde tınazlar gibi tahta yığılır, çoğu çürük çarık, rengi kararık; bazıları da bıçkından yeni çıkmış, sapsarı, mis gibi çam kokan kaplamalar... Denize kazıklar çakılır, kayıklarda çıplak çıplak adamlar habire keser sallardı. Bunlar bir mevsimlik salaşpur deniz hamamlarını hazırlardı.
Kadınlar hamamının çevresi, üstü sımsıkı örtülü; tahtaların budakları bile iyice tıkalı idi. Buranın biletçisi, eğri, büğrü, gacır, gucur esniyen iskelenin başındaki klübede bulunurdu.
Giriş ücreti 60 para, loca 100 para, lüks localar 5 kuruştur. Hamamın bakıcıları hep Ermeni bayanlardandı. Bunların çoğunlukla belleri peştemallı idi.
Kadıköy'ün meşhur Tonton'u, Haydarpaşa'nın iki başlı, 21 numaralı Toraman'ı, tatil günleri elde, kucakta, memede, çoluk çocuk, kadın, erkek tıklım tıklım denize girecekleri taşırdı.
Kadınlar kısmının şamatası, kahkahası, curcuna ve yaygarası, cıvıl cıvıl sesleri, bu hamamların etraflarına erkekleri mıknatıs gibi çekerdi. Bu sesleri duymak, içeride, suya girenleri göz önüne getirerek tatlı tatlı hayal kurmak için hamama yakın kahveye, ağaç altına seğirtenler, kayığa binip, balık tutar gibi, açıklarda akıntıya kürek çekenler sayısızdı. Kenarcığından, kıyıcığından bir nazenini görmek için sıkıntılara katlanır, vartalar atlanırdı.











15.10.2006

Şöhretlere sorduk Kadın neye benzer?


22 Ağustos 1953 tarihli Cennet Dergisinden
KADIN NEYE BENZER?
"Cennet", her şöhrete bu suali sordu. Bunun cevabını aldı. Aşağıda, çeşitli düşüncelerin, kadını neye benzettiğine dair fikirlerini bulacaksınız:
Halide Pişkin:Bana böyle şey sorulur mu ayol? Bir şeye benzer elbet.
Ekrem Reşid Rey:Kadını, hiç bilmediğim bir şeye benzetmek isterdim. Ama, bilinmeyen şeyi nasıl tarif edebilirim?
Heyecan Başaran:Kadını, şair Orhan Veli misali "Rakı şişesinde bir balık"a benzetirim.
Orhan Boran:Kadını, iki şeye benzetirim. Biri yılan, diğeri de ilahe!
Tarık Gürcan:Kadının, bence lalettayin bir kadından farkı olmasa gerek.
Nihad Baysal:Kadın, Cennetin anahtarıdır.
İbrahim Solmaz:Kadın bence sadece kadındır. Onlardan kadınlıktan başka bir şey beklenmez.
Mücap Ofluoğlu:Bence kadın, çözülmesi imkansız bir problem.
Tevhit Bilge:Kadın, kadına benzer be birader.
Celal İnce:Şarkılarıma.
Ahmet Üstün: Bizim hanıma.
Osman Nihad:Bu ara cevap veremem, meşgulüm kardeşim. (Suali sorduğumuz yer:Degüstasion)
Eşref Şefik:Sergi Sarayından, spor haberlerini naklen verdiğim zaman içtiğim süte.
Şükran Süley:Kadın, çiçek gibidir. Ama soldurmadan bakmasını bilmeli.
Orhan Arıburnu: Kadın, kocasının katını döndüren çok sevimli bir mahluktur. Güzel ve şuh olması şartiyle.
Muammer Karaca:Bu ara, hiç bir şeye benzetemem azizim. Avrupa'dan döneyim, cevabı o zaman veririm.
Münir Özkul:Ben, kadını kendimden başka her şeye benzetirim.

13.10.2006

Cezayir Dramı

22 Mart 1962 tarihli Hayat Dergisinden

Cezayir Dramı
1831 yılına kadar Türk hakimiyeti altında bulunan Cezayir'in bu tarihten sonra Fransa tarafından işgal edilmesiyle bağımsızlık mücadelesi başlamıştı. Aradan geçen 131 yıl içinde bu gerginlik durmamış, zaman zaman kanlı ayaklanmalara yol açmıştır. İdari bakımdan dört Fransız vilayetine taksim edilmiş bulunan Cezayir'de durum bugün en had safhadadır. Cezayir konusundaki siyasi görüş Fransa'yı iki cepheye ayırmış bulunuyor. Resmi hükümet çevrelerinin mutedil tutumuna karşılık, General Salan'ın idare ettiği "Gizli Ordu", türlü şiddet hareketleriyle De Gaulle'ün siyasetini desteklemediğini göstermektedir. Uzlaşma konferanslarına rağmen, 600.000 nüfuslu Cezayir şehri bir cehennem halini almış bulunuyor. Günde ortalama 40 suikast yapılmakta, asgari 20 kişi can vermektedir.

8.10.2006

60 Binlik Türkan

7.4.1964 son baskı tarihli Peri Dergisinden










60 Binlik TÜRKAN
Anası söyledi, o söyledi. Aşık oldu. Darıldı. Barıştı. Yine darıldı. Yine barıştı. Nafaka için mahkemelere düştü. Ve bu sayede dolgun vücutlu, güzel gözlü, sıcak bakışlı -ki bütün şöhretini sadece bu bakışlarına borçludur- Türkan Şoray geçen yılın en fazla bahsedilen artisti oldu. Gürültü patırtı, dedikodu arasında sadece bir tek bomba prodüktörlerin kulağında patladı. Türkan, film başına 60.000 lira istiyor. Genç artistin 60 bin olmasa bile 40.000 lira gerçekten hakkı idi. Lakin normal zamanlarda bu kadar kesin konuşamazdı. Sırtını yakında evleneceği söylenen Rüçhan Adlı'ya dayaması ona rahatlık verdi. Maamafih prodüktörler yine şükretmelidir. Şoray, Rüçhan'dan daha zengin birisiyle evlenmeye hazırlansa idi film başına en az 100.000 lira isteyebilirdi.

4.10.2006

Yahya Kemal, Nobel Armağanını Neden Alamadı?

9 Şubat 1961 tarihli Hayat Dergisinden

Yahya Kemal, Nobel Armağanını Neden Alamadı?
RÖPORTAJ: SARA KORLE
...
"Yahya Kemal, birçok defa aşık olmuş, büyük aşklarını hiçbir zaman unutamamıştır. Hatta bazan karasevda derecesinde aşık olmaktan evlenmeye vakit bulamadığını söylerdi. Aşık olduğu kadınlar için yazdığı şiirler çoktur. Ses, Eski Mektep, Erenköyünde Bahar gibi."
Fuad Bayramoğlu'na sordum:
-Yahya Kemal'in eserleri kitap halinde toplanmadı. Siz kendisinin yakını idiniz. Bu hususta teşvik etmediniz mi?
-Yalnız ben değil, birçok dostları bu hususta onu zorladık, fakat kendisi daima ideal güzellik peşinde olduğu için bir türlü şiirlerini toparlayıp bastıramadı. Şayet neşretmeye karar verseydi, eserlerini iki kısma ayıracaktı. Eskileri "Eski şiirin rüzgarıyla", yenileri ise "Kendi Gök Kubbemiz" diye isimlendirerek basacaktı. Ancak, yetmiş kadar şiirinin bitmediğini vesile yapar, bunlara "kafamdaki dikenler" derdi. Bunları ölümünden evvel bitirebilmiş ve neşretmiştir. Bir vakitler Türkiye'de İsveç sefiri olarak bulunan Eric von Post, Yahya Kemal'e Nobel Armağanını verdirebilmek için çok uğraştı, fakat galiba şiirlerinin tümü neşredilmemiş olduğu için bunu yapamadı. Yahya Kemal, İran edebiyatını beğenirdi, Hafız'a hayrandı, fakat Nedim'e aşıktı ve İran edebiyatında öyle bir şairin bulunmadığını söylerdi. Kendisi, Ömer Hayyam'ın rübailerini tercüme etmiş, fakat bunlar basılmamıştır. Yahya Kemal'e göre Hayyam yalnız Türkçe'ye tercüme edilebilirdi. İran edebiyatı hakkındaki konuşmalarımızdan ekseriya "Gönül" gazelinin şu son beytini tekrarlardık:
Kemal Hafız'a hayran, Fuad Hayyam'a
Suhande faris-i meydan olur gönül gönüle
...

1.10.2006

Geçen hafta neler oldu


















16 Kasım 1956 tarihli Hafta Dergisinden